İnsan hakları karnemiz

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1948'de kabul edilen "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"ni Türkiye bir yıl sonra, 1949'ta imzalamış. Bu sebeple 10 Aralık 'İnsan Hakları Günü' olarak kabul ediliyor. Acaba bu bir yıllık gecikme, bugünkü 'karne'mize de tesir etmiş olabilir miMaalesef, ülkemizin 'insan hakları karnesi' eskiden beri 'zayıf'larla doludur. Bu karne bazen düzelmiş olsa da, umumi anlamda 'iyi' ya da 'pekiyi' olamamış ve bu gidişle de 'pekiyi' olması yakın zamanda pek mümkün görünmüyor. Şu var ki, gerçek anlamda istense bu karnenin 'pekiyi' ya da en azından 'iyi' olması çok kolaydır. Çünkü bu karnenin düzelmesi 'para' ile değil, siyasi irade ve istemekle doğrudan ilgilidir. Yani Türkiye'yi idare edenler yarın çıkıp; "Artık kanunlar hükmedecek. Keyfilik bitecek. 'İnsan hakları' lüks olarak görülmeyecek" derse bu mümkün olmaz mı Bunun için milyar dolarlara mı ihtiyaç var Tabii ki bu işler paradan ziyade; siyasi kararlara ve iktidarın tercihlerine bağlıdır. "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi" yıllar önce imzalanmış olsa da bunun gereğinin yapıldığını söylemek kolay değil. Elbette bu bildirgeyi imzalayıp gereğini yerine getirmeyen tek devlet ülkemiz değil. Fakat ülkemize yakışan, 'insan hakları'nı lüks olmaktan çıkarıp 'ana sütü gibi hak' olarak görmesidir. Hele hele yıllar önce 'mağdur' olan idarecilerin bu 'hak'lar konusunda geri adım atmış olması ayrı bir yanlıştır ve bu yanlış halen de devam edip gitmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski hakimi Rıza Türmen'nin "Türkiye'nin insan hakları karinesi" üzerine yaptığı tespitler dikkat çekici. Türmen, şöyle demiş: "Devlet güvenlikçi politikalara sarıldıkça insan hakları ihlalleri çoğalıyor. İnsan hakları, devleti yöneten iktidarı sınırlayan bir kavram. (...) Demokrasiden