"İslâm'ın güncellenmesi", içtihat, tecdîd ve reform

Demiştik ki: Din Hz. Âdem'den Resûlüllah Muhammed'e (sa) hiç değişmeden gelen iman esasları bütünüdür ve "Allah katında din İslam'dır". Bu esaslar hep aynı kalmıştır yani sabitedir, ancak doğru anlaşılmaları da belli özellikleri ve belli bir çabayı gerektirir.Bununla birlikte her peygambere özel "bir şeriat ve yöntem yani uygulama biçimi, sünnet" (548) verilmiştir. Peygamberlerin şeriatlarının esası da kendi ümmetleri için sabitedir. Ama ilahî hikmetin gereği, şeriatta zamana ve mekâna göre yoruma açık boşluklar bırakılmış ve işin ehli olanların, dini esas alarak bu boşlukları bütünle uyumlu yorumlarla doldurması istenmiştir. Bu yorumların akide ve ibadet alanına ait olanlarında ittifak edileni icma adını alır ve böyle bir icma da artık değişmez. Şeriatın furûatına ait yorumlara ise içtihat denir. İçtihat, buna ehil olanların bilgisine göre yapılacağı için bilgi değiştikçe içtihat da değişir. Değişmezse İslam, tabir hoş değil ama, güncellenemez, mazide kalır ve kulların görüşleri sabit din sanılır.Allah'ın, furûat alanında kasten bıraktığı bu boşlukların doldurulmasını kullarına bırakması önemli bazı gerçeklere de işaret eder: Allah'ın kendi dininde kuluna belli ölçülerle söz söyleme hakkı vererek ona değer vermesi, onu ilme ve düşünmeye teşvik etmesi, böylece de kullarının özellikle ilimbilgi ve tefekkür sahibi olanlarını diğerlerinden üstün tuttuğunu göstermesi bunlardandır.İkinci olarak, Allah (cc) sanki bu dinin varlığını ancak ilim ve tefekkürle sürdürebileceğine dikkat çekmiş olmaktadır. Bu durum ayrıca işaret eder ki, hayatta sürekli değişiklikler meydana gelecek ve dinin sürdürülebilmesi için bu değişikliklerin takip edilip iyi anlaşılması gerekecektir. Çünkü değişiklik insanda ve eşyanın tabiatında oluşmayacağına göre, insanın tabiatı keşfedip kullanmasında olacaktır. Bu da bilimle yapılır. O halde bilime paralel olarak tabiatı tanımayı sürdüremeyenler bu yeni değişikliklere Müslümanca yorum getiremeyecekler ve dini insanların idrakine anlatamayacaklar, sonuçta da davet, tebliğ ve cihad görevlerini hakkıyla yerine getiremeyeceklerdir.İçtihat ilim, amel ve tefekkürle olan ilmî eylemin adıdır ve yapılabilmesi büyük bir kabiliyet ve çabayı gerektirir. Zaten içtihadın kelime anlamı, gücünü sonuna kadar kullanma, cehd ve gayret sarf etme demektir. Cihad da aynı köktendir ve ilginçtir ki, kelimelerin kalıbı itibariyle içtihat cihaddan daha ileri bir cehd ve gayreti anlatır. Yani içtihat, cihaddan daha zordur ve daha önemlidir.İslam alimlerinin işin başında bu görevleri hakkıyla yerine getirdiklerinde şüphe yok. Ama sonrakiler, bir yap-boz panelindeki gibi yeni oluşan boşluklara uyumlu yeni parçalar bulma yerine, ilklerin kendi zamanlarındakilere koyduğu parçaları alıp alıp kullandılar. Oysa her zamanın müçtehidine bırakılan boşluklar için, onların bilimin verilerini hesaba katarak yeni parçalar oluşturmaları, suyun akış yönünü belirlemeleri,