Edirnekapı Şehitliğinde Unutulmayan Abide Şahsiyetler 1

Değerli dostlar, İstanbul'un en önemli mezarlığından biri olan Edirnekapı Şehitliği'nde birçok değerli insanlar var. Bu dünyaya gelmiş, giderken de boş gitmemiş arkalarından bilgileri ile, emekleri ile, kitapları ile sözleri ile ve emekleri ile imza bırakıp gitmişler. İşte onlardan bazılarını sizlere anlatmaya çalışacağız. Edirnekapı Şehitliğinde Yatan Alman Mimar Edirnekapı Şehitliğinde bir Alman Yahudi mimar yattığını biliyor muydunuz İstanbul ve Ankara'da birçok mimari eserlere imza atan Bruno Taut, 20. yüzyılın önde gelen Alman mimarlarındandır. 1930 yıllarında Almanya'da, Hitler faşizmi güçlenmeye başlayınca Taut, birçok Alman Yahudi bilim adamı gibi Almanya'dan kaçar. İlk önce İsviçre'ye sonra Japonya'ya oradan da Türkiye'ye gelir. Ve ölümüne kadar da Türkiye'de kalır. Peki, neden Edirnekapı Şehitliği'ne defnedilir İşte detayları: Hayatı Hep Göçmenlikle Geçer 1921 1924 yılları arasında Magdeburg'da şehir yapı kurulunda, 1924 1932 yılları arasında Berlin GEHAG firmasında mimarlık yapar. 1930 yılında Berlin-Charlottenburg Teknik Yüksekokulu ve Meskencilik Profesörlüğüne çağrılır, böylece Sanat Akademisi üyesi olur ve Bruno Taut Japon Uluslararası Mimarlar Birliğinin şeref üyeliğini kabul eder. 1933 yılında Japonya'ya göç eder. Adolf Hitler'in nasyonal sosyalist (Nazi) yönetiminden kaçıp 1936 yılında Türkiye'ye gelen Taut'a, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde yöneticilik ve Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığında mimarlık bölümü başkanlığı görevi verilmiştir. Neden Edirnekapı'da Yatıyor Atatürkün naaşının konulduğu katafalkın çizimini 36 saatte bitirmiştir ve zamanında verilen 1000 lirayı Türk devletinden istememiş, karşılığında tek bir teşekkür mektubu istemiştir. Yıllardır astım hastası olan Taut, 24 Aralık 1938 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine Edirnekapı Şehitliği'ne defnedilmiştir. Bruno Taut, şimdiye kadar İstanbul Edirnekapı Şehitliği'ne kabul edilip gömülen tek gayrimüslimdir. Ayrıca Edirnekapı Şehitliği'nin en son tasarımını ve mimari çizimini yapıp bugünkü son halini veren de Bruno Taut'dur. Kendisi İçin Yaptığı Evde Kalamadan Vefat Ediyor 1938'in sonuna doğru, Bruno Taut'un kendisi için bugünkü 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nün Ortaköy ayağına yakın bir yerde bir ev inşa eder. Boğaz manzarasını en güzel açıdan görecek şekilde inşa edilmiştir. Taut, kendine ev yaparken mimarlık dehasını konuşturmuş, Japon mimarisinin çizgileriyle Türk mimarisinin çizgilerini harmanlamış, boğazın kıyısına parmak ısırtan bir ev yapmıştır. TÜRKİYE'DE YAPTIĞI BAZI ESERLER Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (1936-38) Atatürk Lisesi (1937-38) Trabzon Lisesi (1937-38) İzmir Cumhuriyet Kız Enstitüsü (1938). Bunun dışında, Bruno Taut Türkiye'de birçok bina, lise, ortaokul ve sergi salonunun tasarımını yapmıştır. Kaynak: Reşat Ekrem Koçu; "Edirnekapı Şehitliği", İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 9, İstanbul 1968, s. 4933-4935 Edirnekapı'da Adnan Menderes'i Hatırlatan Mezar Edirnekapı Şehitliği'nin her bir karışını şükran ve dualarla geziyoruz. Her bir adımında bir şehidin hatırasını yâd ederek, hatıralar arasında gezerken Şehit Pilot Sabri Kazmaoğlu'nun mezarına rast geldik. Şehit Pilot Sabri Kazmaoğlu ve Adnan Menderes ikisi de şehit. 7 Şubat 1959'da, ikisi de aynı uçaktaydı. Adnan Menderes kurtuldu, Pilot Sabri Kazmaoğlu ise şehit oldu. Nasıl mı İşte detaylar: 7 Şubat 1959 tarihinde dönemin başbakanı Adnan Menderes ile beraberindeki Türk heyetini Kıbrıs müzakereleri için Londra'ya götüren THY uçağı, ani bastıran yoğun sis nedeniyle, 3 deniz mili mesafedeki Rusper, Sussex bölgesinde Jordan's koruluğuna düşmüş ve parçalanmıştı. Kaynak: http:www.kokpit.aerotc-sev-adnan-menderes Edirnekapı Şehitliği'nde Yatan "Meçhul Askerin" Hikâyesi İstanbul'da bulunan Edirnekapı Şehitliği'ne giderseniz, orada bir farklı mezar görürsünüz. Özellikle İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif'i ziyaret edenler, mutlaka Polis Şehitliği'ne uğrayıp bu meçhul askerimizin de mezarını ziyaret etsinler... Nasıl buraya defnedilmiş derseniz, işte hikâyesi: Edirnekapı Polis Şehitliği'nde en dikkat çekici olay ise 1971 yılında tünel inşaatı sırasında asker elbiseleri ile bulunan askere ait Meçhul Asker kabri. Askerimizin bedeni askeri kıyafetleri ile bozulmadan bulunmuştur ve aynı şekilde şehitliğe kabrine konmuş. Polis Şehitliği'nde kahraman polislerimiz ile bu meçhul asker yan yana yatmaktadır. Gelin olayı, o yıllarda 17. Bölge Müdürlüğü l. Grup Şefliği'nde inşaat sürveyanı olan Kütahya Emetli Ahmet Yenel'den dinleyelim: "Çevre yolu ve tünelinin geçiş yapacağı istikamette, Edirnekapı Mezarlığı bulunmakta, -ne tevafuk ki- Çanakkale şehitlerinin gömülü kısmı da tam yolumuzun üzerinde; mecburen, mezarları açıp şimdiki şehitliğe nakledeceğiz. Bir gün, ölüler arasında elbise ve vücudu nokta kadar bozulmamış bir subay çıktı karşımıza. Tam uykuya dalmış bir kişi; pantolonunun iki yanında kırmızı dikişi vardı. Gözleri yumuk, sanki bize gülüyordu. Öyle bir hali vardı ki; 'benim canım yok olmadı, öbür dünyada bile olsa ben böyleyim' der gibiydi. Olay cuma gününe denk gelmişti. Aynen elbiseleri ile tabuta yerleştirip camiye götürdük. Namazını kılarak tekrardan bu günkü yerine diğerlerinden ayrı olarak gömdük. İnceleme sırasında isminin Mülazım Yusuf olduğu tespit edilmişti. Ama, mezar taşına ismi yazılmamış." (Bakınız: Çanakkale Savaşları, Talha Uğurluel, sf: 235) Yangın Vaarr Yangınnnnnn Evet, bir zamanlar tulumbacılar vardı. Sokak aralarından geçerken "yangın vaaar çekilin yoldan" diye bağırırlardı. Çocuklarımızı itfaiyenin ne olduğunu nerede nereye geldiğimizi anlatmak için güzel bir imkân var artık: İBB İtfaiye Müzesi. İtfaiye Müzesi ilk defa 1931 yılında zamanın itfaiye çalışanları tarafından bugün Fatih ilçesinde bulunan İtfaiye Daire Başkanlığı binası olarak kullanılan bu tarihî yapının yanında ek bir bina yapılarak açıldı. Müze, koleksiyonlarının bakım onarımı ve binanın tadilatı gibi nedenlerle zaman zaman kapalı kaldı. 1989 yılında açılan müze 1997 yılında müze binasının tadilatı nedeniyle tekrar kapatıldı. Zamanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın talimatı ile 23.09.1998 günü İtfaiye Haftası münasebetiyle yeniden düzenlenerek ve adının da KONT SZECHENY İTFAİYE MÜZESİ olarak değiştirilerek tekrar hizmete açıldı. Ömrünün 48 Yılını İstanbul İtfaiyesi'ne Adadı Kont Szechenyi, ömrünün 48 yılını İstanbul İtfaiyesi'ne adamış bir kişi olarak itfaiye tarihimize adını altın harflerle yazdırmıştır. Kont Odön Szechenyi, 1871 yılında İstanbul'da meydana gelen büyük bir yangından sonra, yangın güvenlik önlemlerinin gözden geçirilmesi ve İtfaiye Teşkilatı'nın organizasyonu için Sultan Abdülaziz'in emri ile İstanbul'a Macaristan'dan davet edilmiştir. İtfaiyenin askerî disiplinle çalışma esaslarını hazırlamış ve dört kara, bir deniz taburu kurmuş, üstün başarılar elde etmiş ve kendisine "Paşa" unvanı verilmiştir. İstanbul'da İlk İtfaiye Teşkilatını Kim Kurdu Yangın söndürmek amacıyla kullanılan tulumbayı, Osmanlı'da ilk defa Fransız asıllı bir mühtedi olan Gerçek Dâvud'un imal ettiği bilinmektedir. Fransa'dan Hollanda'ya göç etmiş olan ve hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Davud Ağa'nın asıl ismi David olup, İslâm dinine olan ilgisinden dolayı 10 kişiden oluşan ailesi ile birlikte 1128 (1715) tarihinde İstanbul'a gelerek Galata'ya yerleşmiştir. Aynı tarihte donanma ile katıldığı Venedik savaşında top atışlarındaki göz dolduran başarıları vezir İbrahim Paşa'nın (ö. 1730) dikkatini çekmiş ve onun iltifatına mazhar olmuştur. Bu savaş, gayrimüslim David için yeni bir hayatın başlangıcını teşkil etmiş ve dönüşünde Davud-ı Gerçek ismini alarak ailesi ile birlikte Müslüman olmuştur. Osmanlı Devleti'nde yangın söndürme teşkilâtının kurulması ve tulumbanın kullanılması, Fransız asıllı bir mühendis olan Gerçek Dâvud tarafından 1132'de (1720) gerçekleştirildi. Temmuz 1718'deki Tüfenghâne ve ardından Tophane yangınlarında tulumba ile yangına müdahale eden ve hizmeti büyük takdir toplayan Gerçek Dâvud Ağa'yı Sadrazam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa 1720'de Tulumbacı Ocağı'nı (Dergâh-ı Âlî Yeniçerileri Tulumbacı Ocağı) teşkil etmekle görevlendirdi. Dâvud Ağa ölümüne kadar (1733) tulumbacıbaşılık vazifesini yürüttü. İtfaiye Müzesi'nin Tarihi İtfaiye Müzesi'nin Fatih'te bulunan binası, 2008 yılında genel bir restorasyon çerçevesinde tadilata alınınca müze de buradan tahliye edildi. Müze, 29 Mayıs 1996 tarihine kadar İtfaiye Daire Başkanlığına bağlı iken bu tarihten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğüne devredilmiştir. Müze koleksiyonları; günümüzden 300 yıllık bir geçmişi bünyesinde barındırmaktadır. İlk tulumba (çardaklı tulumbalar), mahalle tulumbaları, hidroforlu tulumbalar, ilk motorlu pompa, atlı tulumba arabası, bez sarnıç, merdiven, itfaiye merdiveni, eldivenler, itfaiye fenerleri, can kurtarma ipleri, maskeler ve filtreleri, telefon santrali, taksim muslukları, tulumbacı ve itfaiyeci kıyafetleri, yangın miğferleri, amir yangın baltaları, çeşitli şapkalar sergilenmektedir. Çin Filolojisi Kurmak İçin İstanbul'a Geldi Edirnekapı Şehitliği'nde kimler yok ki, şehit askerlerimiz, bilim adamları, sanatçılar, siyasetçiler, yazarlar... Edirnekapı 15 Temmuz Şehitlerimizin olduğu yerin hemen karsında Çince yazılmış bir mezar taşı gördük. Kim olduğunu öğrencince siz de şaşıracaksınız. 1950'li yıllarda Formozalı Celalettin Wang Zin Shan adlı Müslüman Çin dilleri profesörü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde bir Çin filolojisi bölümü kurmak üzere ailesiyle birlikte İstanbul'a gelir. Fakat aradan çok kısa bir süre sonra bir kalp krizi sonucu vefat eder. Geride, Fatma Wang ve tam sekiz çocuğu kalır. Asıl hikâye ise bundan sonra başlıyor. Çin'den Pakistan'a Oradan da Türkiye'ye Wang Ailesi, Pakistan'da altı yıl yaşar. Celaleddin Bey, eşi Fatma Hanım ve iki çocuklarına burada beş çocuk daha eklenir. Celaleddin Bey, üniversitede hoca olarak çalışmaya başlar. 1955 yılında Pakistan, Komünist Çin'i tanıyınca, orada da barınmaları mümkün olmaz. Celaleddin Bey, Türkiye ile hiç koparmadığı ilişkileri sayesinde, Prof. Zeki Velidi Togan'ın daveti üzerine, sinoloji (Çin dili ve tarihi) kürsüsünü kurmaya İstanbul'a gelir. Celaleddin Bey, bir yandan üniversitede çalışırken çoluk çocuğunu geçindiremeyeceğini anlayınca bir restoran açmaya karar verir. Sultanahmet'te Adliye yakınlarında bir yer tutulur. Ortağı, Doğu Türkistan'dan bir tanıdığıdır. Celaleddin Bey'in dayısı ve kardeşi mutfakta çalışmaya başlar. Eşi Fatma Hanım yemeklerin lezzetinden sorumludur. İstanbul'un ilk Çin Lokantası kısa sürede dolup taşmaya başlar. Ancak aile, burada bir sorun yaşayınca yeni bir lokanta için aranan yer bu kez Taksim'de bulunur. Şimdi Lamartin Cafe olan Lamartin Caddesi 22 numaradaki yarı bodrumda 10 Ekim 1957 tarihinde Çin Lokantası açılır. Kanserin Çaresini Sanki Mezar Taşına Yazmış... Edirnekapı Şehitliğinde kimler yok ki, şairler, yazarlar, siyasetçiler, sanatçılar ve şehitlerimiz tabii ki... Edirnekapı Şehitliğini gezerken mezar taşındaki bir yazı dikkatimi çekti. Şöyle yazıyordu: "Haydarpaşa Tıp Fakültesi Teşrihi Marazi. Müderrisi Profesör Doktor Hamdi Suat. Bu taş sade bir hayatı, yorulmaz bir sayi örtüyor." Kanser alanında birçok başarılı çalışmalara imza atmış olan merhum hocamız, belki de aslında kansere yakalanmamanın çaresini mezar taşına yazmış ne dersiniz Yani, sade bir hayat ve yorulmaz bir gayret ile yola devam. Sonuç olarak, "Hamdi Suat Aknar, daima düşünen, az konuşan, iddiasız, bilimsel amaçla çalışan, özverili bir hoca idi." Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar, İstanbul Darulfünun Tıp Fakültesinde görevde kaldığı 26 yıl içinde (1907-1933) yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Ayrıca bilimsel çalışmalar yaptı ve kitaplar yazdı. Prof. Dr. Hamdi Suat Aknar, (d. 1873, Harput (Koru Köyü-Arapgir-Malatya) ö. 1936, İstanbul), hekim, Türkiye'de patolojinin kurucusudur. 1907 yılında Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesinin oluşturulmasıyla burada patoloji bölümünü kurarak anatomi dersleri verdi. 1929 yılında toplanan 3. Milli Tıp Kongresinde verdiği teklif kabul edilen Aknar, 1933 yılında "Kanser Mücadele ve Taharri Cemiyeti"ni kurarak, bugünkü Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumunun temellerini attı. 1933 yılından 1936 yılında kadar Vakıf Gureba Hastanesi'nde görev yaptı. 1930 yılında Bakü, 1933'te Madrid'te toplanan uluslararası kongrelerde Türkiye'yi temsil etti. Hastalardan tahlil amaçlı alınan parçaların korunması için bir eriyik hazırlayan Aknar'ın bu buluşu, "Hamdi Eriyiği" adıyla Türkiye dışında da kullanıldı. Kanser konusunda yoğun deneysel çalışmalar ve araştırmalar yaparak iki kitap yazan Aknar,