Güzel annem...

Sabah saatleri. Güneş usulca yükseliyor olmalı. Pencere aralanmış, rüzgar tülleri hafifçe havalandırıyor. Ben uyanmışım, kardeşlerim uyuyor. Mutfağın açık kapısından annemin sesi geliyor. Türkü söylüyor annem:"Dane dane benleri var yüzündeCan alıcı bakışları gözünde Binbir dad var edasında nazındaDünyada yarden dadlı var m'ola Sallanı sallanı gelen yar m'ola..."O anın güzelliğinin o yaşımda bile farkındayım, kıpırdamıyorum hiç, annemi dinliyorum, her saniyesini zihnime kalbime benliğime nakşediyorum. Türkü bitiyor. Yanına gidince bütün gövdesiyle dönüyor annem, gülümsüyor... Evde misafir var. Mahalleden komşu teyzeler. Oturmaya gelmişler. Çayla beraber illa bir şeyler ikram etmiştir annem. Uğurlama vakti gelince bahçe kapısına kadar geçiriyor. Kardeşlerimle beraber biz de peşlerinden. Annemin etrafında civcivler gibiyiz. Giderayak kadınlardan biri bana laf atıp sevmek için uzanıyor. Nasıl ürküp utanıyorum.En güvenli yere saklanıyorum hemen. Annemin arkasına, eteğinin kıvrımları arasına.Sıcacık eli şefkatle dolanıyor başımda.Hastalanmışım, epey küçüğüm. Eskişehir'in kışı ayazı fenadır. Beni hastaneye götürecekler, endişeli olduklarını ayırt edebiliyorum. Biniyoruz arabaya, Gökmeydan'ın oralara kadar bir şekilde geliyoruz ama kar kapatmış yolları. İniliyor arabadan. Babam beni sırtına alıyor. Hastane tipiden dolayı zar zor görünüyor. Babamın sırtının sıcaklığını, soluğunun sesini duyuyorum. Bir de annemle babamın kara bastıkça çıkan ayak seslerini. Devlet hastanesinde sıra var. Bekliyoruz epey ya da bana öyle geliyor. Kucağına alıyor beni annem, bastırıyor bağrına. Anne kokusu da mırıl mırıl sesi de zihnimde tenimde hâlâ taptaze. O kokudan, koynunun sıcaklığından, dokunuşunun şefkatinden, kara gözlü görüşünden mahrumum artık.Güzel annem perşembe günü ikindi ezanlarıyla teslim etti emaneti. Cuma günü öğle namazından sonra toprağa koyduk naaşını.Üç gündür onsuzuz.Öksüzüz.Annesizliğin ne menem bir şey olduğunu daha üç gün geçmişken, arayıp soran, taziye verip teselli eden dostların ardı arkası kesilmemişken şu yaşımızda bile hissediyoruz. Zormuş meğer, tarifi yokmuş. Anne kaybettiğinizde çocukluğunuzu kaybedersiniz, diyorlar. Annemin gitmesiyle en çok çocukluk anılarımın hatırıma gelmesi bundan belki de.Hal bu ki annem hastayken, düçar olduğu zalim hastalık ondan bütün hatıralarını, yaşayıp biriktirdiklerini, yol boyu yüklendiklerini geriye doğru acımasızca silerken ben de, babam ve kardeşlerim de onun en çok bu halleriyle meşguldük.Unutmasın hatırlasın, hatırlasın ki ayak izleri silinmesin, yolculuğu sürsün istedik. Ama yürüdü gitti annem. Geçti dünya üzerinden... Önce, hemen az önce olanlar siliniyor. Namazını kıldı mıydı, gözlüğünü nereye koymuştu, yemek yenmiş miydi, diyeceğini demiş miydi Sonra durmuyor katlanarak artıyor hafıza kayıpları. On, on iki yılın sonunda öyle bir siliniyor ki hafıza, artık evlatlarını bile tanımıyor, adlarını biliyor, çocukluk hallerini anıyor ama karşısındaki çocuğuna yine onu soruyor. Böyle böyle attı bütün dünya yüklerini üzerinden. Sorumlulukları, zorunlulukları, hatıraları, yaşadıkları bölük bölük uçtu gitti. Hafifledi annem. Beden de unuturmuş -ki unuttu. En son o beden yükünden, bedenin ağrısından sızısından, ruhu hapseden kafesinden de kurtuldu güzel annem. Özgürleşti. Doğduğunda nasıl tertemiz, pirüpak ise öldüğünde de öyleydi.Annemiz üzerine titrediğimiz bebeğimiz gibi olmuştu zaten. Yasin Suresi'nde buyrulduğu gibi hani. ("Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz. Hâlâ mı akıl etmezler") Aklettik çok şükür. Rabbim bize hizmet-hürmetten başkaca annemize bakmayı da nasip etti, çok şükür baktık annemize, aldık hayır dualarını. Öptük elini ayağını. Doyamadık tek. Doyulmuyormuş demek.Annemizin dünya hayatı bitti, ahiret hayatı başladı.Hayatı gibi ölümü de kılavuzluk edecek artık bize.Babamla beraber tanıdığımız en dirayetli insandır annem. Hiç kolay olmayan şartlarda çocuklarına daha iyi bir hayat sunmak için vakfedilmiş hayatlar onların ki.Kendileri babasız büyüdüğü halde, -ki babamda küçük yaşta annesiz kalmanın ıstırabı da vardır- altı çocuğu yokluk içinde var etmek, altısına da üniversitede eğitim alma imkanı vermek, sadece ekonomik değil çevresel şartlara karşı da mücadele etmek bugün için bile kolay olmasa gerek.Hatırlıyorum, kız çocuklarının okutulmasına lüzum olmadığını düşünen, üstelik bu yanlış hükmü herkese uygulatma hakkını kendinde gören bir cehalete karşı kızlarını savunmuş insanlardır annem ve babam. Bizim kahramanlarımızdır onlar.Güzel annemin Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden dereceyle mezun olduğum gün döktüğü mutluluk gözyaşını şimdi çok daha iyi anlıyorum. Benim için dünyanın en değerli mücevherlerinden değerlidir.Emek verdiler, yolumuzu açtılar, arkamızda durdular. Çok şükür biz de boşa çıkarmadık emeklerini. Bunu da gördüler. Yaşlarımız bugün 45-56 arasında değişiyor ama onlara göre durum hiç değişmiyor. Yoğun bakımda entübe edildiği 44 güne kadar hatırına geldikçe hâlâ çocukları için endişe ediyor, çocukluk hallerimizi anlata anlata bitiremiyordu güzel annem.Annem... Sen gittin biz büyüdük bak.Hatıralar başımı döndürüyor. Hayalin her an burada. Ne yana dönsem oradasın. Bir kere annem, çocuklarına çok güzel anne oldun sen. Allah senden razı olsun. Torunlarına da çok güzel anneanne, babaanne oldun. Hep özlemle sevgiyle