Ben küçükken evimizde yılbaşı gecesi için büyük hazırlık yapılırdı. Münevver Hanım'ın dolmaları, annemin puf böreği, Güzin teyzenin çerkeztavuğu, Teodora'nın taraması olmazsa olmazlardı. Teyzeler ve amcaların yanında biz çocuklar da sofrada yer alırdık. Biraz yenilip içildikten sonra Türk müziğinden, çoğu Nihavent makamındaki renkli şarkılar söylenmeye başlardı. Beyler rakının etkisiyle daha da coşarak yetiştikleri yörenin türkülerini yaşlı gözlerle ve yüksek sesle "terennüm" ederlerdi. Hikmet amca ile babam Edirne'den serhat türküleri söylenirken ceplerinden ütülü mendillerini çıkarıp gözyaşlarını silerlerdi: "Dağlar dağlar viran dağlar, yüzüm güler kalbim ağlar"; "Yanıyor mu aman yeşil köşkün lambası vay, hiç bitmiyor şu gönlümün kavgası vay"; "Edirne köprüsü taştan Sen çıkarttın beni baştan Hem anadan hem gardaştan". "Kızılcıklar oldu mu selelere doldu mu, gönderdiğim çoraplar ayağına oldu mu, mendili eline, mendili verdim eline, kara kına yollamış yar benim ellerime."
Meliha teyze ile kocası Doktor Tarık amca biraz snoptular; bu şarkılara başta katılmasalar da rakının etkisiyle giderek detone seslerini duyururlardı. Baise teyzem savaş yıllarında İstanbul'dan Ordu'ya öğretmen olarak tayin olmuş, her hafta düzenlediği öğretmen buluşmalarında aynı okulda öğretmenlik yapan Osman amcayla 1920'lerde evlenip 1928'de oğulları Özcan'a (Köknel) sahip olmuşlardı. Onların dağarcığında Karadeniz türküleri de vardı: "Dalda fındık kalmasın, ortakçılar almasın. İyi toplayın kızlar, iyi toplayın kızlar, mal sahibi saymasın. Aman aman aman fındığım, çıtır çıtır çıtır kırdığım." Bu türkü benim kulaklarıma "tampere" sistemi öğretmişti. Ama Laz havalarına sıra gelince kökü oralara dayalı beyler hora tepmeye kalkar, babamın da bu hareketten ödü patlardı, zira ahşap evin tavanlarına güven olmazdı.
İSTANBUL'UN SARAY ŞARKILARISonra sıra İstanbullu hanımların şarkılarına gelirdi. Onlar artık türkü değil, saray şarkılarıydı. Sonradan Hacı Arif Bey'e ait olduğunu öğreneceğim bir vals: "Esti nesimi nev bahar, açıldı güller suphi dem" şarkısı. Ya da Dede Efendi'ye ait olduğunu yine sonradan öğreneceğim, vals temposundaki "Gülnihal". "Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü."
Yılbaşı sofrasına her zaman bulunmayan tatlılar ve meyveler konurdu: Muşmula, keçi boynuzu, üvez gibi. Bir keresinde babam (hayatında mutfağa girmeyen adam) ekmek kadayıfı yapmaya kalktı. "Tatlı işini bana bırakın" diye tutturmuştu. Sonra o kadayıf şişti de şişti, tepsiyi aştı, bütün tezgâhı kapladı. Babam da öfkesinden diğer konuklar gelmeden rakısını içmeye başladı.