Hayatımızı kolaylaştıran onlarca yenilikle çevriliyiz… Bir tıkla sipariş veriyor, tek cümleyle kapımızın önüne her şeyi getirtebiliyoruz. Zaman kazandığımızı sanıyoruz fakat aslında kaybettiğimiz bir şey var: gerçeklik hissi.
Kolaylık büyürken, hayatın kıymeti küçülüyor.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, çocukluğumuza dair ne varsa hepsi ayrıntılarda gizli: Eski şarkıların içtenliği, bayram sabahlarının heyecanı, mis gibi kokan ekmek kuyruğu, mahallenin kendi içindeki sessiz dayanışması… Bizi biz yapan, kişiliğimizi yoğuran, hayata bakışımızı şekillendiren tüm o küçük ama etkili ritüeller.
Sokakta büyüyen çocuklardık biz;
Meyvenin dalından koparıldığında başka koktuğunu, sebzenin toprağa değdikçe değer kazandığını bilen nesil. Hormonsuz, katkısız, telaşsız günlerden geliyoruz. O günlerde bir domates sadece domates değildi; yazın habercisi, bahçenin kokusu, annenin salatası, sofranın neşesiydi.
Sokaklar güvenliydi; şarkılar ise bilgisayarın değil, insanların içinden gelirdi. Belki teknoloji bugünkü kadar güçlü değildi ama insanlar birbirlerine çok daha yakındı. Ses kayıtları pürüzlüydü ama duyguları tamdı. Mahallede herkes birbirini tanır, çocuklar birbirini kollardı.
Bugün ise en büyük ihtiyaçlarımızdan biri, belki de en masum arayışımız, güven.
Aldığımız gıdaya güvenmek istiyoruz.
Dinlediğimiz sese, duyduğumuz bilgiye, sokakta yanımızdan geçen insana güvenmek…
Hayatın her alanında duyduğumuz bu güvensizlik, bizi istemsizce geçmişin sıcaklığına çekiyor.

22