Zaman… Sanki her geçen yıl biraz daha hızlanıyor. Takvim yaprakları birer birer düşerken, günler birbirinin içine karışıyor. Sabah oluyor, akşam oluyor; ama yaşadığımız günün tadını ne kadar hissedebiliyoruz, tartışılır.
Sokaklara baktığınızda göreceğiniz tablo hep aynı: genç, yaşlı fark etmiyor; herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Kimisi işe, kimisi okula, kimisi de belki sadece bir "amaç" arayışına… Elimizde telefonlar, kulaklarımızda müzik, gözlerimizde yorgunlukla koşturuyoruz. Ama nereye
Büyük şehirler bu koşturmacayı adeta bir yaşam biçimine dönüştürdü. Trafikte harcanan saatler, bitmeyen toplantılar, sürekli değişen planlar… Hayat, bir maraton gibi. Koşuyoruz ama varış çizgisi hep biraz daha uzaklaşıyor.
Bu tempo içinde bir şeyleri kaçırdığımızın farkında bile değiliz. Aile büyüklerimizi aramaya "fırsat" bulamıyoruz. Oysa bir telefon kadar yakınlar. Çocuklarımızın özel günlerini bazen "yarın kutlarım" diye erteliyoruz, ama yarın geldiğinde o anın büyüsü çoktan geçmiş oluyor.

									
								
									21