Konforun Bedeli

Her şeyin kolayca ulaşılabilir olduğu bu çağda belki de en büyük kaybımız, sahip olduklarımızın değerini yitirmesi.

Bir zamanlar peşinde koşulan, hayali kurulan pek çok şey bugün tek tıkla kapımızda. Bu rahatlık hayatı kolaylaştırıyor gibi görünse de, içten içe bir körleşmeye de sebep oluyor: Kıymet bilmemenin sessiz ama derin erozyonu. Alım gücünün artmasıyla birlikte aile hayatının da zamana yenik düştüğü bir dönemden geçiyoruz.

Aceleci, hızlı ve tükenmek bilmeyen bir akışın içinde farkında olmadan savruluyoruz. Bu savruluş hem hayatımıza hem ilişkilerimize yansıyor. Aileler, çocuklarının ihtiyaçlarını eskisine göre çok daha kolay karşılayabiliyor. Fakat bu kolaylık, ne yazık ki "kıymet bilme" duygusunun üzerini örtüyor. Çocuklar isteklerine çabucak ulaşırken, aradaki emek ve değer bağı giderek zayıflıyor. Bu durum hem aile içinde hem de nesiller arasında görünmez bir uçurum oluşturuyor.

Diğer taraftan, zorunlu olmayan isteklerin bile hızla karşılandığı bir düzen, doğal olarak daha fazla istemeye alışmış, doyumsuz bir kuşak yaratıyor. Aile yapısını aşan, bireylerin kendi içlerinde bile çözmekte zorlandığı yeni talepler ve mutsuzluklar doğuyor. Sahip oldukça mutlu olacağını düşünen insan, ironik bir biçimde, sahip oldukça mutsuzlaşıyor.

Oysa önemli olan, olmayanla mutsuz olmak değil; olanla mutlu olabilmek. Hayatın özünü kaçırdığımız tam da bu nokta. Her yeni isteğin ardından koşarken elimizdekileri görmeyi, şükretmeyi, anın içindeki güzelliği fark etmeyi unutuyoruz.