Hemen hemen hepimizin adını sıkça duyduğu, sonuçlarının ise tüm canlıları derinden etkileyebilecek kadar büyük olduğu bir felaket var: küresel ısınma. Bilim insanlarının yıllardır uyardığı bu gerçek artık hayatımızın tam ortasında duruyor.
Öyle ki, yakın zamanda mevsimlerin bile alışılmış düzeninden çıktığına şahit olmaya başladık. Yağması gereken yağmurlar gecikiyor, toprağın suya doyması gerekirken kuraklık kapımızı her geçen gün daha sert çalıyor. Bugün yaşadığımız su kıtlığı, geleceğin yalnızca bir fragmanı niteliğinde.
Yağışların azalması, mevsimlerin kayması ve susuzluğun giderek derinleşmesi; bizi uzun yıllar boyunca etkileyebilecek, hatta yaşam biçimimizi değiştirebilecek büyüklükte bir sorun. Buna rağmen çoğumuz hâlâ bu gerçekle yüzleşmekten kaçıyor ya da tehlikeyi yeterince ciddiye almıyoruz. Oysa ki kontrolsüz su tüketimi, israf kültürünün bir parçası hâline gelmiş durumda.
Evlerde, iş yerlerinde, tarımda, sanayide… Kısacası yaşamın sürdüğü her alanda suyu hesapsızca kullanıyoruz. Yeraltı kaynaklarımızın bilinçsizce tüketilmesi ise bu krizin en görünmeyen ama en yıkıcı boyutu. Doğanın binlerce yılda oluşturduğu su rezervleri, yalnızca birkaç on yılda geri dönüşü olmayan şekilde tükeniyor.
Bizlere sürekli tasarruf önerileri sunuluyor; ancak çoğu zaman bu öneriler gerçek anlamda neler yapmamız gerektiğini anlatmıyor. Musluğu biraz az açmak, duşu bir dakika erken kapatmak elbette önemli; fakat içinde bulunduğumuz durum, çok daha kapsamlı bir bilinç ve toplumsal dönüşüm gerektiriyor.
Temiz su, yalnızca insan yaşamı için değil, yeryüzündeki tüm canlı türlerinin varlığını sürdürebilmesi için en temel ihtiyaçtır. Bir damla suyun bile aslında ne kadar değerli olduğunu, ancak o damlaya ulaşamadığımız gün anlayacağız.

15