Yoksa Abdullah abi o muydu

Radyo, 90'lı yılların başlarında televizyona rağmen en güçlü kitle iletişim aracıydı. Özel televizyonlardan önce kurulum ve işletme maliyeti daha düşük olan özel radyolar kurulmuştu zaten. Kocaeli geneline 105.2 frekansından yayın yapan AnadoluFM de o radyolardan biriydi. Annemin beyaz eşya bayisinden taksitle aldığı çift kasetçalarlı ve dijital göstergeli radyoteypte sabah akşam AnadoluFM açıktı. İslâmî yayınlar yapıyordu. Marşlar, ezgiler, sohbetler, istek saatleri, canlı bağlantılar, rumuzlar derken müdavimi olmuştuk. Radyo dinleyicileri bu hissi iyi bilirler. Bir süre sonra sunucuların sesleri üzerinden bir bağ kurulabiliyor. AnadoluFM'in de Abdullah isimli programcısı vardı. Mizah yönü güçlü, çok güzel ve yerinde espriler yapan, özellikle de gençleri kendisine çeken bir üslubu vardı. Abdullah abinin programını iple çeker, tanışmak için can atardım. Bir akşam, başka iki programcının 'evet-hayır' yarışmasına telefonla katılmış ve çocuk halimle onlara, tabir yerindeyse kök söktürmüştüm. O akşamın hediye kitap kazanını olduğumu ilan edip beni radyo binasına davet ettiler. İzmit İmam Hatip'te orta bire gidiyordum. Ertesi gün okul çıkışı soluğu, merkezdeki meşhur otelin yanındaki radyo dairesinde aldım. Kapıyı çaldım, dünkü yarışmada kitap kazandığımı söyledim. Bu kadar da çocuk olmama önce şaşırıp sonra da çok sevindiler. E tabi sevdiler de. Ancak acele etmiştim. Akşamdan sabaha kitabı nereden tedarik etsinler Zaten kitap da bahaneydi. Amacım müdavimi olduğum Abdullah abiyi görmekti. Mutfakta bana çay ve dinleyicilerin gönderdiği keklerden ikram eden görevliye sorduğumda, 'İçerideydi ya! Hatta sana hoş geldin bile dedi' deyince çok şaşırdım. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Şaşırma sırası bendeydi. Yüzüne neden böylesine hayretle baktığımı anladı. Çünkü bana yayın odasının önünde hoş geldin diyen kişi, tekerlekli sandalyede oturan ve bir çocuktan daha küçük cüssesi olan biriydi. Yoksa Abdullah abi o muydu Evet, tâ kendisiydi!Az sonra yanına gittim. Çalacağı parçaları hazırlıyordu. Hayranı olduğumu heyecanla anlattım. O ses, o mizah yeteneği, genel kültür bilgisi, enerjinin sahibi tam karşımdaydı ve sandalyesinin üstüne güçlükle hareket ederken beni dinliyordu. Çok okumamı ve mizahı sevmemi tavsiye etti. Radyo binasından ayrılırken karışık duygular içindeydim. Bir insanın sesi ve bedeni, cüssesi, siması arasında bağ kurmayacaktım bir daha. Abdullah abiye hayranlığım, saygım katbekat artmıştı. Uzun zaman dinledim. Taşınmalar ve yatılı okul derken koptum. Fakat hiç unutmadım.Bana Abdullah abiyi bir kez daha hatırlatan ise Ulaşcan Öztürk'tür. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin şehirde yaşayan engelli bireyler ya da özel bireyler için başlattığı 'Sanat İçin Ben de Varım' projesinin tanıtım programında karşılaştık. Doğuştan serebral palsi hastası Ulaşcan. Yani kalıcı hareket ve duruş bozukluğu var. Yedi aylık dünyaya gelmiş. Şimdi 24 yaşında. Fizik tedaviler sonucu bastonla ve destekli yürüyebiliyor. Engellilere eğitim veren uygulama ve iş okulundan mezun. Karantina dönemlerinde bol bol müzik dinlemiş. Sonra kendi kendine demiş ki; "Müzik dinlemeyi çok seviyorum bunu kendim için hedef olarak belirlemeli bunu hayatımı idame ettirecek bir işe çevirmeliyim." DJ'liği araştırmaya başlamış. Youtube videoları izleyerek kendini geliştirmeye çalışmış. Bakmış bu iş için İngilizce de gerek. Bir de dil eğitimi çalışmış. Onu da kotarmış.Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Müdürlüğünde görevli arkadaşlar Ulaşcan ile projenin