Hicret yurduna veda: Dağına taşına kadar vefa
Medine'yi dört günde karış karış olmasa da siyer kitaplarının sayfalarını dolaşır gibi ziyaret ettik. "Gezdik" diyemiyorum, çünkü bu münevver şehir ancak aziz hatıraları yâd edilerek adımlanabilir. Okumakla görmenin ve dinlemekle ortamı teneffüs etmenin arasındaki farkları ve de öğrenilenleri eş zamanlı temaşa etmenin bereketini bir kez daha görmüş oldum. Hazreti Peygamber'e hicretinde ev sahipliği yaptıktan sonra kısa sürede gelişerek İslam dünyasının en önemli devlet, ilim, kültür, eğitim merkezi haline gelen Medine'de manevi havanın gücü etkisini öyle gösteriyor ki; gelişen dünya, imkanlar ve modernleşme bu duygunun önüne geçemiyor. Dün Mescid-i Nebevi'de Efendimiz'i selamlarken hissettiklerimi, gözlemlerimi aktarmaya çalıştığım yazıda da vurgulamıştım: "Ashabı, Peygamber Efendimiz'e hayattayken nasıl saygı gösteriyorsa, ümmeti de asırlardır aynı davranışı sergiliyor." İstanbul, Bursa, Konya, Kastamonu gibi şehirlerin manevi iklimlerinin, özellikle de dışarıdan gelenleri etkisi altına aldığını yıllardan beri sayısız kişi söylemiştir. Mekke ve Medine'de ise ruha sirayet eden ve düşünceyi de etkisi altına alan bu gerçeklik -ilk şehirde de farklı duygularla- çok belirgin yaşanıyor. Mekanların duygulara nasıl etki ettiğinin mukayesesi ise Mekke'den ayrılıp Medine'ye varınca yapılabiliyor. Medine'de bizlere rehberlik eden Çanakkale Müftüsü Mustafa Bilgiç Hocamız, Mekke'deyken hepimizin farkında olduğu Kabe'nin dışına çıkınca şahit olunan hengâmenin tekrar Kabe'ye dönünce sonlandığına dikkat çekti. Tam olarak böyleydi Mekke. Hac zamanı yaklaştıkça koşturan ve vazifeleri yetiştirmeye çalışanları misafir ederken otoritesinden de asla taviz vermiyor şehirlerin annesi.. Mustafa Bilgiç Hoca, "Cenab-ı Allah Mekke'de Celal, Medine'de Cemal sıfatları ile tecelli eder" dedi ve ekledi: "Medine'yi gezdiğinizde bu rahatlığı (Cemal'i) bütün iliklerinize kadar hissedersiniz." Öyle de oldu. Medine aynı zamanda karşılıklı ve süregelen vefanın yurdu... Peygamber Efendimiz, zulüm ve baskılar sonucu hicret etmek zorunda kaldığı doğup büyüdüğü Mekke'yi, Medine'de kurduğu İslam devletine liderlik ederek büyük bir hoşgörüyle fethetmesinin ardından, kendileri için kurulan çadırda ikamet ederek şehirdeki yeni düzeni kurup İslami hayatın temellerini atmış. Bu sürede, kendileri ile sefere katılan Medineliler endişelenmiş ve Hazreti Peygamber'in bir daha hicret yurduna dönmeyeceği korkusuna kapılmışlar. Kendisine kucak açan Ensar'ın tedirginliğini sezen Fahri Kainat Efendimiz yanlarına gelerek, "Konuştuğunuz nedir" diye sorup, üzüntülerinin nedenini öğrenince büyük bir vefa örneği sergileyerek şunları söylemiş: "Ey Ensar! Öyle bir şey yapmaktan Allah'a sığınırım. Ben sizin memleketinize hicret ettim. Hayatım hayatınızla, ölümüm de sizin yanınızdadır." Medine'deki manevi iklimin özünde misafirlerine sirayet eden bu vefa duygusu var sanırım. Şehrin ismine cismine, Mescid-i Nebevi başta olmak üzere camilerine ve hatta dağına taşına kadar vefa... Bu muhabbetin hiç eksilmeden asırlardır değişik milletlerden Müslümanlar tarafından sürdürüldüğünü her adımda görmek mümkün. Sahabe mezarlarının yer aldığı Cennet-ül Baki, Uhud ve Hendek savaşlarının yapıldığı bölge ile Hazreti Hamza'nın kabrinin bulunduğu Uhud Şehitliği, Kıbleteyn ve Kuba mescitleri her an dolup taşıyor. Suudlular bu ilgiyi şirk kabul edip, zaman zaman müdahale de ediyorlar lakin Okçular Tepesi'ne çıkmak, oradan bir an olsun bakmak, anı yaşamak, Uhud'u, Efendimiz'in zor anlarını düşünmek, geçerken görmekten çok farklı ve büyük bir muhabbetin tezahürü oysa. Güneşin altında yüzlerce kişilik kafilelerin biri gitmeden diğerinin gelmesinin özünde hala Okçular Tepesi'nde yaşananların izlerini, şehitlerin sultanı Hazreti Hamza'ya Efendimiz'in duyduğu o büyük muhabbetin gölgesini bulma telaşı var.. Zaman mekandan kopmaz İslam'ın doğduğu yerleri görmeden, hatıraları idrak etmeden bu bütünlüğü fark etmek pek mümkün değil. Çünkü Medine İslam'ın hard diskidir. Hemen hemen her karışı bağrında büyük hikayeler barındırır. Biz şimdilik bedensel olarak Medine'den dönüyoruz fakat yeniden ümmeti Muhammet olabilmek için hep birlikte her daim yeniden Medine'ye dönmemiz gerekiyor. Medine'nin hafızasına, ruhuna, birliğine, vefasına ve özlerin özüne dönmeliyiz. Salat ve selam ebede kadar senin, alinin ve ashabının üzerine olsun ey Allahın Resulü. Ümmetin kanayan yarası yüreğimizdeyken geldik kapına. Ümmetin yetimliğinin hüznünü yaşaya yaşaya. Vuslata şükredersen şimdiden özlüyoruz Salat ve selam her an yeniden üzerine olsun Medine'ye veda yazısıyla, Hac farizası süresince kutsal beldelerdeki duygu ve gözlemlerimi Allah nasip etti 10 yazıyla aktardım. Lakin bazı notlarım var ve onları da Türkiye'de iki yazıda yayınlayacağım. Yazılara üste üste yer veren ve çoğunu ilk sayfadan anonslayan gazeteme çok teşekkür ediyorum. Her sabah "bugün yazı var mı" mesajı atan Yazı İşleri Müdürümüz Mustafa Kahraman ağabeye de muhabbetlerimi bildiriyorum.Mescid-i Nebevi: Boyun büktüm, perişanımZiyaret kapısına doğru ağır ağır, neredeyse parmaklarımızın üzerinde yürüyoruz. Birazdan, Efendimiz'in hücre-i saadetinde olacağız. Terliklerimizi çıkardık. Mermer zeminin serinliği bir yana, yerleri yalın ayak adımlayarak; Allah Resulü'nün Medine'ye hicret ettikten sonra ilk iş olarak yaptırdığı ve inşaatında bizzat çalıştığı mescidi mekânsal olarak da hissediyoruz. Öyle bir mescit ki, İslam toplumu siyasal ve sosyolojik olarak burada şekillenmiş ve Hz. Peygamber Efendimiz'in kurduğu İslam devletininMedine: Heyecandan bitmeyen yolculukMedine yolundayız. İki harem şehrinin arasındaki mesafe 450 kilometre. Bu yolu daha önce gidenler "İstanbul-Ankara arası gibi düşün" diyor. Hız sınırı var, biraz da trafik. Gece yarısından sonra Mekke'den çıkışlar olacak ve hız iyice düşecek. İki mola verdik, akşam ve yatsı namazlarımızı kıldık. Bilenler anlatıyor yine: Önceki yıllara göre çok sayıda tesis yapılmış, Mekke-Medine otobanına. Efendimiz de bu yollardan geçmiş midir düşünceleriyle camdan görünen çöllere bakarken İslâm Ansiklopedisi'ndenÜmmülkurâ: Şehirlerin Annesi şu üç günde neler yaşadıKurban Bayramı sabahı ve sonrasındaki üç gün boyunca Mekke'yi görmeliydiniz. Görüntüler ekranlardan kısmen yansımıştır ama burada olmak başkaydı. Önceki yıllarda gelenler bilirler, kaos görünümlü o tarifsiz heyecanı , koşuşturmayı ve insanüstü gayreti. 'Kaos' diyorum, çünkü şehrin var olan düzeni, tertibi bayramın dördüncü gününe