Gonca bahçesinde yeşeren hayatlar...
Üç yıl önce, doğduğum ve büyüdüğüm şehir Kocaeli'de yaşayan engelli gençlere özel düzenlenen bir eğitim programında yer almıştım. Hem Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı 'Sanat İçin Ben de Varım' projesi yaklaşık bir yıl sürmüş ve bana da eğitmenlik hem de danışmanlık yapmak nasip olmuştu.
Her hafta farklı alanlarda uzman eğitmenler Kocaeli'ye gidiyor ve çoğu evlerinden özel araçlarla alınan engelli gençlerle buluşuyorlardı. Şehirde yaşayan 16-29 yaş aralığındaki 250 engelli gencin; edebiyat, sinema, müzik, resim, tiyatro, dijital medya ve geleneksel el sanatları gibi farklı kültür-sanat dallarında eğitim alması sağlanıyordu.
Kimi bedensel, kimi zihinsel kimi de kalıtsal hastalıkla mücadele eden gençlerin hayatlarına ortak olmak bana bir gazeteci ama bir insan olarak çok şey kattı.
Çok net ifade edeyim, bildiklerimizi anlatmaya ve kendimizce ders vermeye gitmiştik ama eğitilen ve öğretilen bizler olmuştuk.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan 2022 yılı Engelli ve Yaşlı İstatistik Bülteni'ne göre ülkemizde en az bir engeli olan nüfusun oranı yüzde 6,9 olarak saptanmış. Gayri resmi verilere göre ise bu oranın yüzde 12'lerde olduğu tahmin ediliyor. Bu veriler, Türkiye'de yaşayan her 10 kişiden 1'inin en az bir engele sahip olduğunu ortaya koyuyor. Yani farkında olmamak, görmemek mümkün değil.
Peki görmek, bilmek yeterli mi
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasamıza göre "sosyal" devlettir. Sosyal devletler ise vatandaşlarına asgari bir yaşam düzeyi sağlamakla görevlidir. Hakkını teslim edelim, devletimiz halkına hizmet çıtasını 15-20 yıl önce çok gerisinde olduğu Avrupa ülkelerinin üzerine çıkarma aşamasına erişti. Ancak sosyal bilinç inşasında hâlâ gerilerdeyiz. Hâlâ Batı'ya öykünüyoruz. Mesela yaya geçitlerinde durmayı, yaya varken aracın hareket etmemesi gerektiğini bir türlü benimseyemedik. Oysa çok ciddi bir problem. Çünkü yaya geçitlerinde canlar yitiyor.
Yaşamı, hayatı, yolları, parkları, okulları, toplu taşıma araçlarını, sosyal tesisleri engelli vatandaşlarla paylaşmada da biraz gerilerdeyiz. Lakin ilerliyoruz da. Birazdan değineceğim, çok faydalı gelişmeler var.
Bu arada sadece engelliler değil, ailelerinin yaşamlarının da önemli ölçüde etkilendiğinin farkında olmalıyız. Üç yıl önce katıldığım eğitimlerde, engelli evlatları olan aileleri yakından gözlemledim. Şunu net ifade edeyim: Hiçbir anne-baba "evladını yük olarak" görmüyordu. Tek dertleri çocuklarının hayatlarındaki zorlukları aşmaktı. İnsan yorulur. İnsan vazgeçer. Engelli çocukları olan anne-babalarında bunu pek göremezsiniz. Yorulmak dile getirilir bir duygu değildir onlar için ve umut her zaman vardır. Örneğin, drama dersinde kızının bir cümleyi kurabilme başarısını izlerken hüngür hüngür ağlayan bir anne için aşılması çok zor belki de imkansız bir "engel" artık geride kalmıştır. O anne, "O sözler tane tane çıktı ya ağzından. Kızım takılmadan duygularını dile getirdi ya Başka şey istemem" demişti. O eğitim o engelli çocuğa bir cümle kurdurmakla kalmamış ailesinin hayatına dokunmuştu.
Görüştüğüm sosyal hizmet uzmanları, engellilerin eğitim süreçlerinde asıl eğitimin aileler verilmesi gerektiğini, evlatlarının başarabileceğine ikna olmaları ve inanmaları gerektiğini vurgulamışlardı.
Dahil olduğum eğitim bir yılda bitmiş, mezuniyet programında; kısa sürede değişen yaşamları, hayata kendi elleriyle tutunabilen evlatları, iş ve meslek sahibi olan gençleri ve geleceğe umutla bakan ailelerin mutluluklarına ortak olmanın heyecanını iliklerimize kadar hissetmiştik. Kendisi de bir engelli evlat babası olan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın ve eşi hanımefendi, akademisyen Figen Büyükakın da oradaydılar. Birlikte söyleşi yapmıştık ve hayatlarını evlatlarına adamış anne-baba olarak salondaki heyecanı iliklerine kadar hissettiklerini belli etmiş ve geleceğe dair büyük projelere değinmişlerdi.