İtalya'da üçüncü günümüz. Dün gece kaldığımız evde Türkiye'den gelen ve filoya Avrupa'dan dahil olan Türk aktivistleri ağırladık. Toplamda 12 kişiydik. Durum değerlendirmesi yaptık, Akdeniz'e açıldıktan sonraki olası senaryoları saatlerce konuştuk. Bu buluşma hepimize çok iyi geldi; kendimizi, zorlu olacağını bildiğimiz deniz yolculuğuna zihnen hazırlamanın büyük bir eşiğini aştık.
Aramızda sorularımızın muhatabı olan isimler var. Aktivizm denilince akla ilk gelenlerden Avukat Gülden Sönmez, Mavi Marmara tecrübelerini aktardı. O gemide yaşanan ve ilk defa öğrendiğimiz çok çarpıcı hikayeleri dinledik. Rotamız Gazze. Fakat bu kez sefer, çok sayıda geminin katılımıyla öncekilerden çok farklı olacak. Aramızda Türkiye'den bir de kaptanımız var: Hüsamettin Eyüpoğlu. İngiliz pasaportu ile filoda görev yapacak ve günlerdir Sicilya'da, filoya İtalya'dan katılacak teknelerin hazırlıklarını yürütüyor. Hüsamettin Kaptan, denize açıldıktan sonra yolculuğun nasıl geçebileceğine dair teknik bilgiler verirken manevi bir tahlilde de bulundu: "Deniz bize, Hak Teala karşısındaki durumumuzu gözden geçirme imkanı sağlayacak. Ne kadar aciz, ne kadar küçük ve yardıma muhtaç olduğumuzu hatırlatacak. Çok kolay bir yol olmayacak. Hüdayi'nin duası ve Rufai'nin selamı ile Gazze'ye ulaşmaya gayret edeceğiz."
BATI, UZUN BİR NARKOZDAN UYANIYOR
İnsanlık, içinde bulunduğu acziyeti karadayken de tüm şiddetiyle hissetmeye başladı aslında. Avrupa'da yaşadıklarım ve eğitimler için bir araya geldiğimiz diğer gönüllülerin her şeylerini geride bırakarak Gazze için yola düşmeleri, büyük bir sıkışmışlığın patlama noktasında olduğunu gösteriyor.
Şunu anladım; Filistin davasının ve Gazze soykırımının, bu zulmün tarihini bilen Müslüman halklar üzerindeki etkisi ile Batılı insanların özellikle 7 Ekim'den sonra şahit oldukları vahşet karşısında hissettikleri arasında belirgin farklar var. Bizler için İsrail'in işgal politikalarının sonuçları bilinen bir gerçekti. Ancak Batı kamuoyunda, daha önce bu meselenin detaylarına hakim olmayan geniş bir kesimde, bir şok ve uyanış yaşandığı gözlemleniyor. Avrupalı vicdanlı insanlar, adeta bir narkozdan uyanmış gibi önce anlamaya çalıştılar. Hamas bahanesinin, tarihin en acımasız soykırımlarından birine nasıl kılıf yapıldığını gördüler. Modern ve çağdaş görünümlerinin ardına sığınan Siyonistlerin, tüm insanlığın onurunu ayaklar altına alan bir vahşet çağı inşa ettiğine tanıklık ettiler.
KEFİYE ARTIK KAPILAR AÇIYOR
Gelelim gözlemlerime... Sicilya sokaklarında yürürken selam verenler oluyor. Şu sahne ise beni oldukça etkiledi: Peynir almak için girdiğim marketin şarküteri reyonu kalabalıktı. Sıra numarası almam gerektiğini fark edip mahcup bir şekilde numaratörü ararken, bir hanımefendi kolumdaki kefiyeye baktı. Kendi sırasından çıkarak bir numara aldı, bana uzatacağı sırada durdu ve elindekiyle değiştirdi. Sırası çoktan gelmiş olan 38 numarayı bana verdi. Peynirimi alıp teşekkür ettiğimde, kefiyemi göstererek "Grazie, asıl ben teşekkür ederim" dedi.
Bu sahneyi neden mi anlattım 7 Ekim'den sonra bazı Avrupa ülkelerinde kefiye takmak, terörle ilişkilendirilerek kamusal alanda ciddi kısıtlamalarla karşılaştı. Ancak devletlerin bu simgeye yönelik baskısı, Gazze davasını daha da güçlendirdi. Başta yalnızca Müslümanların ve bir avuç aktivistin taktığı kefiye, zamanla Avrupalılar için de bir direnişin, mücadelenin ve dayanışmanın sembolü haline geldi. Sicilya'da yaşadığım bu küçük olay bile, kefiyenin anlamının nasıl bir dönüşümden geçtiğine, bir yasak sembolü olmaktan çıkıp bir dayanışma nişanesine evrildiğine dair umut verici bir işaretti. İşte bu pasif ve kararlı direniş, İsrail'e karşı insani bir yaptırım sosyolojisi inşa ediyor.