Ebu Cehil'in boykotu, Gazze ve çaresizliğimiz!

Mübarek ramazan ayı geldi. İlk teravihle başlayan o tanıdık heyecan, ilk sahur ve ilk oruç, 11 ay sonra bizi yeniden rahmet ayına ulaştırdı. Her yeri kandillerle donatıp ramazan sevinciyle ilgili uzun uzun konuşmak, teravih için cami seçip cemaate yetişmeye çalışırken o mutluluğu ailecek yaşamak ve "iftara ne pişireyim" sorusuna şöyle canımız çeke çeke cevap vermek istiyoruz. Pide kuyruğundan alınan sıcak pide kucağımızı ısıtsın, saatler süren susuzluktan sonra ezan sesiyle birlikte kuruyan boğazımızdan geçen ilk su yudumunun ardından ağız dolusu bir 'elhamdülillah' diyelim istiyoruz. Sahura kalkma ve kaldırma gayretleri, 'ne yersek tok tutar' ve 'ne yersek susatır' arayışında olmayı arzuluyoruz. Bunlar çok özlediğimiz, bütün sene beklediğimiz, rahmet ayının en güzel anıları, anları. Hepsi masum, hepsi güzel, hepsi bizlere özel.Ancak Gazze bir yumru gibi duruyor göğsümüzde. Midemizin açlığından, vücudumuzun güçsüzlüğünden, canımızın akşam için yemek çekmesinden, sahurda ne yesem diye düşünmekten utanıyoruz. İçtiğimiz bir damla temiz suya şükrederken, Gazze'nin susuzluğu kavuruyor yüreğimizi. Açlıktan ağlayan bebeklerin feryatları kulağımızda çınlarken "çarşıda pazarda ramazan telaşı" haberlerinden utanıyoruz. Gazze'de yıkılan camilerin enkazında cemaat olmaya çalışan yiğitleri görünce, zulmün her türlüsüne maruz kaldığı halde şükreden dilleri duyunca, yaşadığımız Ramazan'dan hicap duyuyoruz.Ramazan aynı ramazan ama geçen yıldan çok farklı bir dünyadayız. Uzun süren çaresizlik ve acizliğin yorgunluğuyla çoğumuz sevinecek maneviyatı bulamıyoruz içimizde ama biliyoruz ki Ramazan ayının gelişine sevinmek de imanın bir meyvesi. Bunca üzüntü, bunca keder nübüvvetin onuncu yılına götürüyor bizi, yani 'senetü'l-hüzn'e... Baktığımızda öyle örtüşüyor ki şu anki duygu durumumuzla. Âlemlere Rahmet Efendimiz'in kalbinin acıyla dolduğu o yıl, üç gün arayla en sevdiği, en zor zamanlarında en çok destek gördüğü iki ciğer paresi amcası Ebu Talib ve eşi Hazreti Hatice'yi ebediyete uğurlayıp peşinden Taif'te taşlandığı günler kadar ağır yaşadıklarımız. Ama öncesi de var. Peygamberliğin 10. yılında peş peşe yaşanan bu kederli günlerin öncesi 'Kureyş boykotu' günleri! Müslüman olsun olmasın, Hazreti Peygamberi teslim etmeyen Haşimoğulları (Ebu Leheb ve çocukları hariç) ve Muttaliboğulları da Kureyş tarafından toplu cezalandırmaya maruz bırakılmıştı. Üç sene süren muhasara dâhilinde Ebu Talib, kavminin fertlerini Efendimizin de içinde doğduğu Haşimoğulları'nın eski mahallesinde toplamıştı. "Şi'bu Ebî Tâlib" denilen bu mahallede yaşayanlar için boykotun fikir babası ve lideri Ebû Cehil önderliğinde şartlar şöyle belirlenmişti: "Muhammed teslim edilmediği sürece Hâşimoğulları ve Muttaliboğulları ile tüm ilişkiler kesilecek. Kız alınıp-verilmeyecek. Kendilerine mal satılmayacak veya onlardan mal alınmayacak. Haram aylar dâhilinde mahalleden çıkabildiklerinde diğer kavimlere mal satmalarına veya diğer kavimlerden mal almalarına engel olunacak."Acımasız boykot kararı müşriklerin kan dökmeden önceki son hamlesiydi. Siyer kaynakları, muhasara sırasında tam 3 yıl boyunca Ebu Talip Mahallesinden aç çocukların feryatları yükseldiğini, kemik ve deri parçalarıyla hayatta kalmaya çalışan bir avuç Müslüman'ın açlığın pençesinde çok ağır bir imtihandan geçtiğini aktarıyor bizlere. Tarihe dönüp baktığımızda; bir yandan hüznün, mücadelenin, sınanmanın, bedel ödemenin, direnmenin Müslümanların ilk günden beri ödevi olduğunu, zaman ve mekân değişse de zorluk olmadan kolaylığın, direnmeden zaferin, sabretmeden