Biz böyleyiz

Euro 2024 Avrupa Şampiyonası'nda mücadele veren Milli Takımımızın hem son eleme hem de çeyrek final mücadelesini Almanya'da izleme şansım oldu. Gurbetçilerimiz "Almanya deplasman değil, burada ev sahibisiniz" sözünü hakkıyla yerine getirmiş, maçlarımızın oynandığı şehirlerin Türkiye'deki bir şehirden farkı kalmamıştı. Yer gök kırmızı-beyaz, şanlı bayrağımız her sokakta dalgalanırken, birlik ve motivasyon içindeki vatandaşlarımızın coşkusu muhteşem görüntüler oluşturuyordu.Türkiye'de de aynı durum fazlasıyla yaşanıyordu elbette. Meydanlara kurulan dev ekranlardan maçı izleyen binlerce kişinin gol sevinci, yollara dökülenlerin maç sonrası kutlamaları ve sosyal medya yansımaları herkesin malumu. Günler boyunca gündemimiz de sadece kırmızı beyazdı. Neredeyse akışımıza düşen her video ile gözlerimiz yaşardı, milli takım futbolcularımızın hikâyeleri, mücadeleleri, başarıları, saha içi ve dışı görüntüleri mest etti hepimizi. Bunun bir oyun olduğunu, belki bir maç sonra biteceğini bildiğimiz halde bizi uzun zaman sonra böylesine kenetlendirip heyecan veren, aynı duygu etrafında bir kılan halimizi doğrusu çok özlemiştik.Çok yoğun gündemlerin peş peşe yaşandığı ülkeyiz. Toplum olarak ne kadar yatkın ve alışkın olsa da seçimler, siyasi gelişmeler, krizler, ülkemiz etrafındaki ateş çemberinden yansımalar yıpratıyor bizi. Öyle günler geliyor ki bir anda ayrışıyor, deyim yerindeyse karpuz gibi ikiye bölünüyoruz. Biriktirdiğimiz öfke ve tepkilerin insanları oluyoruz. Birileri de özel çalışıyor, sosyal mühendislik yaparak sosyal medyayı kaos üretim laboratuvarına dönüştürüyor. Kalabalıkları öfkeden düşünemez, anlık tepkiler veren, patlama noktasına gelmiş şekilde dolduruşa getirmek birçok odağın hedefi. Bu tehlikeyi sürekli görüyoruz, üzerine düşünüyor, yazıyor, çiziyoruz. Devlet de gereken önlemleri alıyor elbette. Ancak bu tehlikenin sürekli tetikte oluşu ayrıca yıpratıyor hepimizi.İşte geride bıraktığımız Avusturya ve Hollanda maçlarını izlemek için Almanya'da geçirdiğim birkaç gün boyunca "en son ne zaman bu kadar bir, bu kadar coşkulu, bu kadar adanmış, bu kadar heyecanlıydı bu millet" diye düşünmeden edemedim. Aklıma gelen tek tarih 15 Temmuz akşamı ve gecesiydi.15 Temmuz bu milletin destanıydı. "Vatan sağ olsun" cümlesinin hakkını vermek için elinde bayraktan başka bir silahı olmadan göğsünü kurşunlara, tanklara siper eden vatan evlatlarının adanmışlığıydı. Kitaplardan, şiirlerden okuduğumuz Çanakkale Destanı'nı yazdıran ruhun, tam 100 yıl sonra sokaklarımızda, meydanlarımızda, kadınımızda, çoluk çocuğumuzda, fidan gibi gençlerimizde, ruhu dinç yaşlısıyla nasıl vücut bulduğunu gördüğümüz gündü.O ruhu kaybetmemek için çok çabaladık. Bütün dünyaya, milletin direnişiyle kazanılmış bir zafer, halkın çıplak elle durduğu bir silahlı darbe girişimi destanı hediye ettik. Daha sonra birçok ülkede darbe girişimleri sonrası liderler halklarını sokaklara çağırarak aynı sonucu elde etmeyi amaçladı. Dünyaya bunu öğreten Türkiye'ydi. Bizdik.Darbe girişimi bastırıldıktan sonra aylar boyunca evlerine girmedi bu halk. Seçtiği lidere, demokrasisine, oy tercihine, dışardan müdahale edilmesine geçit vermediği gibi emin oluncaya kadar nöbet yerini terk etmedi. O günlerde hiçbir