Bir sosyolog, bir siyaset ve Atatürkçülük

Bir zamanlar Türkiye'de "yükselen değerler" etrafında demokrasiyi ve insanın özne olmasını savunuyordu. Sonra "Beyaz Türk" kavramıyla egemen elitleri eleştirdi. Dünyada en çok tanınan sosyologlarımızın başında geliyor. Din üzerine önemli çalışmalar yaptı. Anlamayı önde tuttu. Elitist davranmadı. Çalışmaları bana da çok ilham verdi. Nilüfer Göle'den bahsediyorum. Ancak şimdi, elitliğini, "beyaz" kimliğini ve farklılığını keşfediyor. Atatürkçü habitus ile olan ortaklığını vurguluyor: "Bir kere başkent Ankara'da oturuyorum. Oturduğum sokağın adı da gayet manidar; İnkılap Sokak. Atatürk devrimlerini ifade ediyor. Bir aile apartmanı olan Bozer Apartmanı'nda yaşıyoruz. Ben doğduğumda Cumhuriyet sadece 30 yıllıktı, genç bir anneydi ama bize hep ordaymış gibi geliyordu". Cumhuriyet ideolojisinin egemen habitusu. Elitist, devrimci ve yukarıdan gelen bir ideolojiyle birleşiyor. Göle, kendisini bununla özdeşleştiriyor.

Yıllarca "beyaz Türkler" terkibiyle egemen elitleri eleştiren Göle, şimdi bu elitistlerin ürettiği gündelik hayatın içinde olmanın hoşnutluğunu vurguluyor: "Devlet Opera ve Balesi benim için heyecan vericiydi. Liseli olduğum yıllarda hafta sonları tiyatro ve klasik müzik konserlerine gidiyorduk. Anıtkabir ziyaretlerini de unutmamak lazım, Atatürk ile kişisel ilişki kurmamızı mümkün kılıyordu".

Yıllarca toplumu dışlayan ve ona yabancı duran elitlerin pratiklerini eleştirdikten sonra kendisini yeniden onun içinde tanımlamanın anlamı nedir Bunu yine kendisi açıklıyor: "Cumhuriyet ve Atatürk özdeşliğinin ikinci yüzyılda devam etmesi çok önemli. İlericilerin Atatürk sevgisini paylaşabilmesi, muhafazakâr kesimlerin de sahiplenmesi gerekiyor. İkinci yüzyıla girerken ister istemez endişelerimiz var".

Egemen ve elitist sosyolojiden yetişen, uzun süre bunu eleştirerek demokrasiyi ve halkla barışık bir toplum tahayyülünü savunduktan sonra bu açıklamaları yapıyor. Şunu anlıyoruz. Ne kadar özgürlükçü bir söyleminiz olursa olsun, yine de özne kendi sosyolojisinin uzantısı olmaktan tamamen çıkamıyor. Hatta dönüp dolaşıp yeniden "kültürel sınıfının" aidiyetini hissedebilir. Burada hissetmenin ötesinden altını kalın bir şekilde çizilmesi tutumuyla karşılaşıyoruz. Ben buna sosyoloğun kendiliğinden sosyolojisi diyorum.

İlginç olan, bir de devlet ve Atatürk özdeşliğinin kurulması. Siyasal egemenliği bir kişiyle tanımlanması. Bunu yapan demokrat, elitizm eleştirilerini yapan ve Erdoğan yönetiminin demokrasi olmadığını her zaman vurgulayan bir entelektüel. Osmanlı devletinden bile daha geri bir durum! Çünkü Osmanlı devleti birçok liderle anılıyor. Oysa Cumhuriyet daha ileri bir rejim ve tek liderle özdeşleştirilmesinin hiçbir siyasal aklı yok. Hep şikâyet ettikleri Ortadoğu siyaset tarzında bu yaklaşım ve pratikleri görebiliriz.