Siz Nihat Genç deyin ben abi

Gökbilimciler, iki yıldızın evrende çarpışmasını "birleşme" olarak yorumlar. Evrenin belki de en görkemli, en olağanüstü olayının yepyeni bir alan yaratmasından doğan heyecan vardır geri planda. Muazzam patlamanın uzayın derinliklerine yayılması hem ürkütücü hem de umulandan fazla göz kamaştırıcıdır. Bu sayede yayılan ışık ve enerji miktarı ise ileri derecede yüksektir. İki yıldız çarpıştıktan sonra bütünleşir, birbirinin içine geçer. Dostluk da gökbilimcileri yanıltmayacak büyük kavuşmalara fırsat verir.

Tomris Uyar'ın "Tanışma Anları" adını verdiği güncesi, "Bir Uyumsuzun Notları" alt başlığıyla yayımlanmıştı. Uyar, yazma melekesinin verdiği aşkınlıkla yazarlarla tanıştığı zamanların sırlarını veriyordu okura. Aynı zamanda tanışıklığın büyülü anlarında edebiyatçıların portresini de çiziyordu. "Tanışma Anları"ndan sonra belki de "ilk bakışta aşk"ın niceliğine ve inceliğine kendimi kaptırdığımdan başlangıçlar hep içimi ürpertti. Başlangıçtan doğan hiç kopmayan arkadaşlıklar, beni içine çeken dostluklar. Hep böyle dostlukların bir bileşkesi olmak istedim.

Çocuk denecek yaştaydım. Ankara'da meşhur Engürü kahvesine Reyhan'la (Atasü) henüz lise öğrencisiyken el ele tutuşup gittiğimizde içimizdeki kara yangına çözüm aramaya çalışıyorduk belli ki. Babamın öldürümü yeniydi. Sözcüklerden başka sığınacak bir şey bulamıyorduk. Reyhan da bu ülkenin alnı açık yazarlarından Erendiz Atasü ile tam bir aydın Dr. Ergin Atasü'nün kızıydı. O yaz ikimiz de formalarımızı üstümüzden attığımızda büyüdüğümüze inanıyor; edebiyat adına yaptığımız okumalar üzerine kıyasıya tartışıyorduk. Böyle bir dönemde Nihat hayatımıza olağan bir şekilde girdi. "Leman" dergisinde yazdığı yazılarla konuşuyor, konuşturuyor; siyah kazağı ve pantolonuyla Konur Sokak'ta fırtına gibi esiyordu. Sanki hep varolmuştu, içimizden biriydi. Bir süre sonra Nihat'la her gün buluşur olduk. Ankara sokaklarında saatlerce dolanıyor, bize yetmeyen sohbetlerden kimi zaman hüzünle kimi zaman kahkalarla geçiyorduk. Uzun parmaklarıyla işaret parmağını sallayarak hararetli konuşuyor; kimine öfkeleniyor, kimine hüzünleniyor, böylece biz de geniş bir duygu yelpazesi içinde yol alıyorduk. Çok kızdığı anda "Yavaş Nihat! Yavaş" diyordum. Gülümsüyordu kocaman. Bir gün gitmezsem yoklamam eksik kalıyor, "Nerdesin" diye telefon açıyordu.

Böyle günlerden birinde Engürü Kahvesi'ni faşistler bastı. Aranan Nihat'tı. Son anda fark etmeyip oturduğumuz yerden kalkmasak o gün inen büyük camın altında kalacaktık ikimiz de. Yıllar sonra Önder'le (San), "Belki de hepimiz o gün o camın altında kaldık" diye konuşacaktık!

Nihat Ankara'da Kızılay'da bir semboldü. Başı sıkışan onu arar bulurdu. Nitekim Eşber abinin (Yağmurdereli) cezaevinden bir arkadaşı içeriden çıkar çıkmaz Nihat'ı bulmuş; memlekete gitmek için yol parasını ondan almıştı. Nihat elindeki üç kuruşu dağıtır, emekçi için harcamaktan çekinmezdi.

Hayatta en sevdiği kitap müzayedelerine katılmak, eski kağıt kokusunu içine çekmekti. Olmadık kitaplar bulur, onları bir şekilde yazısı içinde değerlendirmeyi başarırdı.

Nihat iyi bir edebiyatçıydı. "Dün Korkusu" gibi geçmişe yönelik hesaplaşmanın öznel tarihiyle, "Soğuk Sabun" gibi politik bir polisiye ile, "Memleket Hikayeleri" gibi eğlenceli olduğu kadar bize özgü öyküleriyle zoru başardı. Ama Tanpınar'ın "Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şey ile meşgul olma imkanını vermiyor" söyleminin uzantısıydı. O üstün edebiyatçılığını bu ülkeye feda etti. Siyasi düşünceleri öne geçti. Nihat yalansız dolansızdı, yazdıklarına benzerdi.