Sevgi'nin bu dünyadan ayrıldığı yıl doğdum ben. Gözlerimi açtığım Türkiye 12 Mart sonrasının sancısını çekiyor, dönemin karanlık şiddeti sokaklara taşıyor, siyasi cinayetler peşi sıra yaşanıyor, devlet ve politikleşmiş, bir bakıma politikleşmek mecburiyetinde kalmış birey arasındaki çatışma günbegün artıyordu. Toplumsal kırılganlık hızlı iktidar değişimlerine ve bunun sonucunda kısa süreli koalisyonlara yansıyor, yönetim zafiyeti bireylerin huzursuzluğunu katlıyordu. Sevgi'nin hemen hemen bütün romanlarına kaynaklık eden Ankara'da, tam da onun anlattığı semtlerin arasında Kavaklıdere'de küçük bir evde büyüdüm. Dolayısıyla Çankaya tepesinden Etlik, Keçiören tepesine, Samanpazarı eşrafına, Kale içine, Yenişehir'e, kısacası her satırında Cumhuriyetle birlikte bir anlamda icat edilmiş bir şehrin yaşadığı değişim, dönüşüm, hatta sistemli bir yok oluşun izini sürdüm. Yenişehir'de Bir Öğle Vakti romanındaki, "Sanki büyük bir gürültüyle devrilecekmişçesine sallandı kavak. O her an oluşan, değişen şeyleri görmeyenler sezmediler bunu. Öğlendi. Kızılay semtinin en civcivli, gürültülü, servisi en çabuk, en ayakaltı yeri olan Piknik'in oraya akıyordu kalabalık" denilen Piknik Birahanesi'ne sandalyeye ayaklarım yere değmediği dönemde oturdum, yanındaki şarküterisinden annem alışveriş yaparken eteğini çekiştirdim. 12 Mart ruhu eve bir ıstırap gibi çökmüş, babam da darbe sonrasında Kartal Maltepe Mamak Cezaevi'nde yatmıştı. Ancak Sevgi'nin yazdıklarıyla yeniden Ankara'yı, kendimi, toplumsal ilişkiler düzleminin bir sonucu olarak iktidarlaşan bireylerin vasatlıklarını, haşinleşen yanlarını, statükonun vasatlığı koruyan kollayan haleti ruhiyesini, kadın erkek ilişkilerindeki öğretilmiş noksanlığı yorumladığım zamanlarda Sevgi yoktu artık!
Sevgi, Yürümek romanında kendi kendi anlatımıyla; "Her attığı adımı ilerleme sanan, bu nedenle biraz erken ve çabuk yorulan bir kadının, yanlışlara yanlış ad koya koya vardığı labirent içinde, duyduğu kaçınılmaz bunalımları, belirli ve sağlıklı kuralların içinde değişen doğayı, sağlam durumlar ortasındaki bireysel çırpınışların anlamsızlığını, o zamanlar bildiğim ve anlatmak istediğim daha birkaç şeyi sığdırmıştım bu kitaba; sığdırmak istemiştim" düşüncesidir. Biraz da yaşadığımız toplumlar ile özgürlük düşüncesi arasına sıkışan, iki arada bir derede kalan biz kadınların ilerleme, adım atma, bir şeyleri geride bırakma sancısıdır. Bazı meslek grupları vardır... İnatla onlara "Neden bu mesleği yaptıkları sormamaları istenir!" Mesleği icra edebilmek adına önkoşuldur bu... İyi bir askerin, "Neden öldürüyorum" diye sorması abesle iştigaldir. Dolayısıyla Kant ahlakını da elinin tersiyle itmesi gerekir. Kadınlığın da ülkemizde kimi gerekleri itirazsız yerine getirmesi, bunun için de kendini sorgulamaması, "görev"lerini yerine getirmesi kaçınılmaz olarak istenir. Yürümek bu cesaretin edebi estetikle harmanlanmış kocaman bir adımıdır bana göre...
Öte yandan Sevgi'nin büyük romancılığına çıkan köprü bir dönemin ruhuna uygun bir dille yorumlandı hep. Çünkü Sevgi de hayatına kattığı insanlar da 68'in ruhunu en içten şekilde yaşıyorlardı. Ülkenin atmosferi yasak yayınlarla, yaşasın kahrolsun sloganlarıyla, öğrencilerin öncülük etmek istediği proleter örgütlenmesiyle, bildirilerle oluşsa da hatta bu kuşak ülkenin değişmesine hizmet etmek isteyen bir ruha sahip olsa da Sevgi dönemin diğer romancıları gibi Türkiye'nin tarihsel bir izdüşümünü eserlerine olduğu gibi yansıtmıyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, 12 Mart denince Sevgi Soysal'ın başına gelenler ortadadır, adeta simge isimdir o. Yaşananlar aradan bin yıl geçse dahi bizlerin vicdanını kanatmaya devam edecektir. Böyle bir noktada da her ne kadar Sevgi Soysal'ı yalnızca 12 Mart içinde değerlendirmenin yanlışlığına değinilse de hayatının eserleriyle kurduğu ilişki anlamında, darbe ve sonrasıyla kurduğu yakınlığı es geçmek olası değil.
Ama sıradan bir Sevgi Soysal okuru, yalnızca 12 Mart döneminde yaşanan acıları öğrenmek için onun, bugün bize hâlâ en özel alandan seslenen eserlerini okumaz. Onun içimizi cız ettiren, devletin yapısını gösteren, odağına kadınları alarak onların ayakta durmak adına dürten, zaman zaman ölümcül - katı gerçekliği önümüze koyarken, bir anda uçurumda açan çiçek gibi gülümseten, sahici, hakiki yanı gösterir.
Politik olaylar özellikle bu döneme ilişkin romanlar değerlendirildiğinde Füruzan'da, Adalet Ağaoğlu