Orhan Kemal'in evi müze olsun!

Orhan Kemal, Demokrat Parti iktidara geldikten bir süre sonra Adana'dan İstanbul'a gitmek, ekmeğini orada kazanmak için gözünü karartır, evinin eşyasını satarak yol parası yapar. 1950 yılının 17 Nisan'ında eşi ve çocuklarıyla İstanbul'a varır. Önce Sirkeci'de ucuz bir otelde kalırlar. Sonrasında da hapishane arkadaşı İzzet evini açar. Sekiz kişilik bu büyük aile ancak üç ay misafir edebilir onları. Bu sırada iş aramaktadır. Ancak zaten cezaevinden çıkmış, mimli bir adam için aş derdi büyük, iş ise sınırlıdır. Cumhuriyet gazetesinde Nuriye Öğütçü, 23 Haziran 1970 tarihli röportajında, "Raşit, çoğu zaman yürüyerek giderdi Babıali'ne. Yakacağımız yoktu, Adana'dan getirdiğimiz pompalı gaz ocağı ile ısınmaya çalışarak geç saatlere kadar oturur, çalışırdı. Hikâyelerini satabiliyordu artık. Fakat o kadar az para veriyorlardı ki çoğu zaman ev kiraları birkaç ay birikirdi. Sonra onu ödeyeceğiz diye çırpınır dururduk. Çok zor günlerdi" diyecektir. Aile önce Fener'e, sonra Unkapanı'na taşınır. Unkapanı'ndaki bu evde yıllar süren sıkıntılı dönemlerde Murtaza, Bereketli Topraklar Üzerinde, Hanımın Çiftliği, Arka Sokak, Kardeş Payı, Devlet Kuşu, Eskici ve Oğulları ve Gurbet Kuşları yazılır. Buna karşın geçim sıkıntısı çok büyüktür. 1963 yılında Fikret Otyam'a yazdığı mektupta şunları diyecektir: "Bu satırları sabahın beşinde buz gibi odamda yazıyorum. Ne odun ne kömür alacak para var. Borç, borç, borç. Tek iş yok. Ne film senaryosu, ne roman teklifi. Bu hiç de layık olmadığım yoksul hayata ne zamana kadar tahammül edeceğimi bilmiyorum!"

Bir iki haftadır Orhan Kemal'n oğlu Işık Öğütçü, sosyal medyadan ailesinin uzun yıllar yaşadığı evin satılığa çıkarıldığını duyuruyor ve "Doğduğum bu evi geçmiş yıllarda almak istedim. Ancak o zamanki sahibi satmayı düşünmediğini belirtti. Şimdiyse alma imkânım yok" diyor ve ekliyor: "Bu evin dünyadaki koruma örneklerinde olduğu gibi geleceğe taşınması gerekir!" Mekân, her zaman insan ruhuyla değerlenir. Mekânın ruhu, yerin anlamı, her dönemde kimi anlayışların korkulu rüyası olmuştur. Mekân taşıdığı politik anlamın gücüyle anımsanır bazen. Öyle ki yerlerin anlamından korkan iktidarlar, ötekileştirir, tahrip eder, yok etmenin öfkesini intikama dönüştürür, hıncını yapıdan, ağaçtan, anıttan, yani toplumsal belleğe kattığı ne varsa ondan almaya başlar. Orhan Kemal gibi büyük bir yazar ise politik anlamın gücünü bize yazdıklarıyla sunan eşsiz bir bellektir. Dünyanın hemen her yerinde onun gibi büyük yazarların yaşadığı mekânlara sahip çıkılır. Müzecilik, edebiyatla olan büyük bir ortaklığa dönüşür. Böylece kimi zaman geçmişle olan hesaplaşma son derece sağlam bir biçimde yapılırken, yazarın o yerle ve çevresiyle ilişkisine dair büyük değinilere imkân sağlanır. Orhan Kemal'in de eserlerine yansıyan mahalle kültürünü, oturduğu kahvedeki insanları, sokaklarını tam da böyle bir sahip çıkma üzerine koruma altına almak gerekir.

Orhan Kemal'in "Bereketli Topraklar Üzerinde" romanında, üç kafadar; Yusuf, Ali ve Hasan, Çukurova'ya doğru kıvrıla kıvrıla yol alan trenin penceresinden meraklı gözlerle bakarken para kazanma düşleri kurmaktadır. Trende tanıştıkları Veli, şehri onlardan önce keşfetmiştir. Patozda çalışmış, ağanın sömürüsünü görmüş, işçilerin örgütlü eylemine tanık olmuştur. Veli üç arkadaşa insan öğüten canavar patoz makinesinin "ejderhalar gibi soluduğunu" anlatır: "Bir tarihte, patozda çalışıyoruz. Patoz, eski patoz. Dört buçuk ayak, kırk beş kişilik. Lakin ırgat başı kansız mı kansız. Şu kadarcık merhamet arama!" Romanın başında Pehlivan Ali, Veli'nin anlattığı patozu gözünde canlandırmaya çalışır. Onun devasalığına hem hayret eder hem de güler, geçer. Ancak patozla çalışmak, Çukurova'nın kırk derece sıcağında saatlerce saman tozunun içinde nefes almadan kalabilmek zor iştir. En küçük hatada insan kendini makinenin bıçakları arasında bulabilir. Aradan epey zaman geçmiştir. Pehlivan Ali de çalışan işçilerden biri olmuştur. Tam bu sırada patozdan çatırtı gelir ve derin bir sessizlik olur. Pehlivan Ali bacağını kasığına kadar makineye kaptırır. Ağa ise onu hastaneye götürmek yerine kaçmayı tercih eder. Pehlivan Ali'nin, makinaca belirlenen trajik sonu, kağıt para karşısında insan hayatının hiçbir değeri olmadığını gösterir bize.