Son yıllarda "kültür politikası" üzerine çok sayıda çalışmanın karşımıza çıktığı bir gerçek. Siyaset içinde de çokça konuşulmasına rağmen kavramla ilgili bütünlüklü bir tanıma rastlamak olası değil. Bunun temel sebebi olarak, "kültür"ün geniş bir yelpazede karşımıza çıkmasının yanında günlük dilde de rastgele kullanılması gösterilebilir. Sözcüğün günlük dilde kullanımına en çarpıcı örneklerden biri, "Marks and Spencer"ın batma tehlikesine karşı İngilizlerin, bu mağazayı kendi kültürlerinin bir parçası olarak tanımlayıp destek verme girişimidir. Anadolu'da ise kültür, tarımsal faaliyetlerle iç içe geçmiş bir sözcük oluverir: Tütün üretim kültürü gibi...
***
Modadan gelenek/ göreneklere, yeme – içme anlayışına kadar bambaşka alanlarda anlamını deyim yerindeyse yeniden inşa eden "kültür" sözcüğü, her şeyden önce uzun süren yaşam döngülerini kapsar. Dolayısıyla geçmişten günümüze aktarımı olan her alanda -kabaca da olsa- kültürden söz açmak mümkün. Kültürün bir anda ortaya çıkıp bittiğini söylemek pek mümkün değildir. Kültürel bir etkinlik alanı için, uzun yıllar sürmesinin yanında kuşaklar arasında bir ilişkinin kurulmuş olması gerekliliktir. Bu noktada karşımıza sözcüğün süreklilik arz eden yanı çıkmaktadır. Kültür, muhakkak bir sonraki kuşağa aktarılır. Burada sanatla arasındaki büyük ayrım güçlenir: ünkü sanat, kendi doğası gereği ya geniş toplum kesimlerince bir anda kabul görür ya da yüksek perdeden itirazla karşılaşır. Her sanatçı kuşağı, bir öncekine karşı tavrını belirgin bir şekilde ortaya koymakla yönelimini bulur. Böylece kendi geniş alanlı hacmine, büyük etkileşme biçimlerine ulaşır. Kültürün, sanatı kapsayacağı bir varsayımdır. Ama sanat bu kadar yaygın anlamı olan bir tanımı kendi bünyesinde kabul etmez.
***
Bununla birlikte son yıllarda sanatı "kültür" gibi hacimli bir tanımın içine yerleştiren anlayış, âdeta moda olan "kültür politikaları" ifadesine yaslanmıştır. Kendi içinde başka anlamlar içeren kültür, politika sözcüğüyle birleşince de değişkenlik kazanır. İster istemez "politika"dan söz açıldığında, bir otoritenin varlığını onaylamak zorunda kalırız. Hemen ardından da o otoritenin etrafında konumlanan bakanlık, belediye gibi kurumların uzun vadeli ya da ölçülebilir bir disiplin içindeki işleyişi bizi kendi alanına çeker. Ancak "kültür politikası" sadece bir takım kamu otoriteleri tarafından sadece sanat ve kültüre verilen maddi destek/ sponsor görevi üstlenmesi olarak yorumlanamaz. Bunu yapacak olan daha gelişkin idari yönetimlerdir. Ancak uzun yıllardır kültür politikasının günlük siyaset biçimlerine göre şekilendiği düşünülürse bir çölleşme içine bilinçli bir şekilde itildiğimiz de belirgindir.
Buna karşın yerel yönetimlerin çabasının sanata etkisi de tartışılmaz.
***
Bizim gibi ülkelerde sanattan kaçmanın temel noktası "düşünce"dir. Melih Cevdet, bir yazısında, "Düşünmek yoruyor bizi, az bilerek de eyleyebileceğimize inanıyoruz" der; inceden dalga geçerek. Toplumsal olaylara, varsıl yoksul çelişkisine, yöneten azınlığın yönetilen çoğunluk karşısındaki davranışlarına bakarken "düşünce"nin önemini vurgular. Düşünselliğin arka planındaki yapı harcı kültür ve birikimdir. Cehaletin alıp başını gittiği dönemlerde ise ilkin bu sözcük rafa kaldırılır, ya da içi boşaltılır. Belki de düşünce paylaşmak bu yüzden "suç" oluverir.
***
Geçtiğimiz hafta Gömeç'teki 4. Zeytin Dalı Kültür Sanat Barış Festivali'nde düşündüm bunları. Gömeç Belediye Başkanı Melih Bağcı'nın öncülüğünde gerçekleşen festival bana bir kere daha buluşmanın gücünü, düşünce aktarımının önemini ve örgütlenmenin ilk adımının önemini düşündürdü. Her zaman söyleşilerde bilgi, deneyim ve akıl paylaşımları zaman zaman sanatsal yaratıcılıkla harmanlanıyor. En önemlisi de geçmişin mirası hatırlanırken geleceğe bakmanın yolları da konuşuluyor.