İç dökümü

Geçtiğimiz pazartesi günü İstanbul'da Kadıköy Belediyesi Yeldeğirmeni Kültür Merkezi'nde Türk Tabipleri Birliği'nin Sivas katliamında öldürülen şair Dr. Behçet Aysan anısına düzenlediği Behçet Aysan Şiir Ödülü Töreni vardı. Karlı bir kış günü çıktım yola. Çocukken İstanbul'a gitmek için meşhur mavi trene binerdik. Tren, büyülü bir serüven duygusu yaratırdı bende. Demiryolu memurlarının keskin bakışları arasında telaşlı bir koşuşturma içinde nice ayrılıklar, nice kavuşmalar... Vagonların önünü saran satıcıların sesleri.Bilet kontrolörünü beklerken uyuyakalırdım. Sabahın ilk ışıkları vururken İzmit'te denizle gözümün kamaşması heyecan verirdi. Mola veren trenin etrafını saran pişmaniye satıcılarına gülümserdim. Sonra ver elini Haydarpaşa. Oysa yıllar sonra aynı yerlerden bu defa hızlı trenle geçerken ödül kazanan şair Egemen Berköz'ün dizelerindeydim: "içim. yeşil sarı ovada ilkyaz selleri, gecenin hüznü olur ve sığmaz, sığmaz odama. içim. binlerce hasır şapka, güneş yakar ve divan sazı kırmızı şarap. türkümü söyler. içim. benim türkümü söyler."

Tören, dostlarla birlikte olmak, onları kucaklamak, kötü günlerde şiire sığınmak, Devrim Evin, Gaye Alacacı, Cansu Demirci ve Bennu Yıldırımlar'ın sesinden şiir dinlemek, Turgay Fişekçi ve Akif Kurtuluş'la dizelerin dünyasıyla bağ kurmak, Güvenç Dağüstün'ün ve Burçin Büke'nin incelikli şarkıları arasında gezinmek, TTB Başkanı Alpay Azap ve İstanbul Tabip Odası yönetiminden Okan Toygar'ın örgütçülüğüyle geleceğe bakmakla geçti. Şair Egemen Berköz tek dizelik konuşmasında yine bir şiir emanet etti bize: "Onlar öldüğü için ben yaşıyorum!"

Peki sonra ne mi oldu Bir dize gibi... "Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi." Kardeşim Zeynep Altıok'la kucaklaşıp babalarımız için bir arada olmanın sevinci boğazımızda bir kılçık gibi kaldı. Çünkü, Sivas katliamı hükümlülerinden idamla yargılanıp müebbet cezası alan 23 kişi tahliye ediliverdi. Böylece şükürler olsun ki babalarımızı yakanları değil, bir kere daha istisnasız bizi cezalandırmayı amaçlandıran bakışla, "halk düşmanı" olarak göründüğümüzü anlamış olduk. Sadece biz mi Bu ülkede düşünen, üreten, bilime sanata sırtını yaslayan, aydınlıkçı ve özgürlükçü kim varsa onları da paketleyip ortadan kaldırmayı öngören bakış açısının kurbanı olduğumuzu bir kere daha anladık.

Önden buyuralım. Önceki gün bu tahliyelere karşı çıkan bir açıklamayı, ben, Zeynep Altıok ve Mazlum Çimen yazdık, tarihe bir not bırakmak istedik. Bir bölümü gazetemizde de olan açıklamadan satır başları şöyle:

"Bizler üç evlat olarak, katliamı unutturmamak için yılmadan, usanmadan çalıstık, çabaladık. Firari sanıkların ısrarla ve bilinçli sekilde yakalanamadıgı bir sistemin içinde zamanasımı dayatmasıyla sınandık. Her durusma baska bir skandal yaratmasıyla sınav oldu bize. Yıllardır aranan sanıkların evlerinde, karakola metrelik mesafelerde yasadıgını ögrendik. Ölümü dahi bizden saklanan azılı sanıgın, bu katliamın arkasındaki gerçeklerin açıga çıkması için kilit isim olan en karanlık adamın kimlik tespiti için karısından DNA alındıgına tanık olduk. Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan sanıkların iadesini istemek yerine, görev tanımı dısında mahkemeye zaman asımı öneren bir idari birimin usulsüzlügü ile karsılastık. Her duruşma bir iki dakika sürdü ve bu rutini kalıcı kılmakla görevlendirilen hukuk bükücülerce aylar sonrasına atıldı. 'Hayırlı olsun' sözü bizim utancımız olarak saklı kaldı. Katliamın bir başka sanığı, hukuka bile başvurma gereği duyulmadan bir fetva ile 'dede' denilerek cezaevinden alkışlarla çıkartıldı. (...)