Gezi notları

Bir zamanlar gezi yazılarını büyük bir iştahla takip ederdik. Şimdilerde YouTuber'lar görsel platformlarda kentleri dolaşıyor, sokakları arşınlayarak bilgi veriyor, tarihi mekânlardan sunum yapıyor. Bu sayede onları binlerce insanın takip etmesi için bir zemin oluşturuyor; hatta sayısız izlenmeden yola çıkarak para kazanıyorlar. Gezi yazılarının pabucu çoktan dama atıldı. Oysa bir edebiyatçının özel bir bakışıyla, siyaset çözümlemeleriyle bugün hâlâ gezi yazıları başucu yapıtlarımız arasında yerini almaya devam ediyor.

Falih Rıfkı Atay İngiltere'den Hindistan'a uzanan gezi notlarında olmadık maceraların içine girer, çıkar. "Taymis Kıyıları" kitabında eğlenceli bir anlatıdan beklenmedik fikirler üretir:

"Mahalle kahvesi bir Osmanlı havası olduğu gibi kulüp bir İngiliz havasıdır. Bir İngiliz sefiri, Türk kulüplerinden birini dolaşıyordu. Her tarafı gezdi, gördü, dedi ki;

'Daha iyi eşyalısı Londra'da bile az bulunur. Her şey tamam, hep iyi... Fakat bu bir kulüp değil.'

Yüzüne baktılar:

'Birgün bir Lord Londra'da bir kulüpte koltuğa oturmuştu. Yirmi dört saat kalkmadı. Ancak o zaman gidip baktılar, ölmüştü.'

İngilizlerin birbirine uzaklığı, mekânlarda mesafenin iyi ayarlandığı tam yüz yıl öncesinden ancak bu kadar iyi anlatılabilir!

Yine Hasan Âli Yücel, "İngiltere Mektupları"nda, Londra pazaryerlerini, insanların alışverişlerini yalınlıkla dile getirir:

"İşte size Londra'nın orasında burasında dolaşan bir seyyahın gözüyle, bir 'pazar'ı. Gezme, eğlence, alışveriş, milli tören, sevişme ve ibadet! İngiliz, bunların tek başına hiçbiri değildir; hepsini birbirine katarsanız o zaman sahici İngilizi bulursunuz."

Böylece kamusal yaşamla birleşen İngilizlerin şahane hayatlarının bir tatil günündeki özel görüntüsü çıkar karşımıza.

Fikret Otyam gazeteciliğiyle birleştirdiği "Gide Gide" kitabında, beklenmedik yerlerde dolaşır: "İslamkale'de sabah olurken 'Külkedisi' doğan güne doğru yol almaya başladı. Afganistan'ın üçüncü kenti Herat'a ulaşmak kolay değildi. (...) Gün batarken, yarıya kadar toprağa gömülmüş, sanki üzerine altın tozu yağmışcasına parlayan kubbeler, minareler... sonra dar çarşı başladı."

Fikret Otyam gibi bir devin gözünden geri kalmışlık, bu hüzün bakışlı insanlar beldesine dair vurgular bugün hâlâ gerçekliğini koruyan yanıyla anlaşılmaya değer.

Uçarı gazeteci Hasan Uysal, Sovyet birliklerinin Afganistan'dan ayrılacağı açıklanır açıklanmaz, Evren'in pek mühim ticari gezilerini ve dönemin başbakanının baypas ameliyatı gibi önemli gündem maddelerini elinin tersiyle itip Türkiye'den giden tek gazeteci olmayı başarmıştı. Bugünkü Afganistan'ı ve siyasal İslamın o bölgede yükselişini anlamak isteyenlere hâlâ kaynak olan "Adı Afganistan" sadece bir gezi notu olarak değil siyasal gözlemleriyle bize bambaşka bir mecradan sesleniyor.