Ülkemizde akademik düzeyde sanat eğitiminin en önemli mihenk taşı konservatuvarın kuruluşudur. Konservatuvar kurulmadan hemen önce ise birtakım raporlar yazılmış, görüş alışverişleri gerçekleşmişti. Nitekim, "Musiki ve Temsil Akademisi" hakkında ilk raporu tanınmış yazar ve zamanın Milli Eğitim Bakanlığı müfettişlerinden Reşat Nuri Güntekin hazırlamıştı. Alman, Fransız ve Rus tiyatro eğitim sistemini inceleyen Güntekin, dünya çapında bir tiyatro adamının kurucu olarak davet edilmesi gerektiğini belirtmişti.
Atatürk, hazırlanan raporları dikkatle incelemiş, konservatuvar kurulması için uluslararası nitelikte sanat adamlarının ülkeye getirilmesi adına talimat vermişti. Çok kısa bir süre içinde tiyatro bölümü için dünya çapında isimlerle iletişime geçti. Bunlardan biri de Rus tiyatro adamı Stanislavski'ydi. Stanislavski Türkiye'de konservatuvarda eğitmenlik fikrine çok sıcak yaklaşıyordu. Ama bir sorun vardı: Hastaydı. Yine de kurulacak konservatuvara katkı sunabileceği inancındaydı. Öğrencisi Max Reinhart'ın idareci olabileceğini düşündü. Max Reinhart ise İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya'dan İsviçre'ye sığınmış Carl Ebert'in hayatını idame ettirebilmesi için bu işe en uygun kişi olabileceğini önerdi. Reinhart da zaman zaman konservatuvara gelecek, gerekli çalışmalar içinde bulunacaktı.
1936 yılının temmuz ayında Ankara'da yeni kurulan devlet konservatuvarı ilk sınavını yaptı. Ancak gazetelere son derece önemli bir haber yansıdı: "Ankara Tiyatro Mektebi Kız Talebe Bekliyor!" Ne yazık ki tek bir kız öğrenci bile sınava başvurmadı. Hemen temsil bölümüne öğrenci almak için müzik bölümlerine başvuranlar ikna edildi. Bu sayede Muazzez Kurdoğlu, Melek Ökte ve Nermin Sarova tiyatro bölümünün ilk kız öğrencileri oldu. Bir iki sene sonra ise artık tiyatroyu kendine gerçek anlamıyla meslek seçen kadınların sayısı çoğaldı.
Carl Ebert, sadece eğitmen değildi. Aynı zamanda kurucu olmanın getirdiği temel sorunları en ince ayrıntısına kadar hesap ediyor, yalnızca oyuncu değil yönetmen yetiştirmek, yeni kurulan başkentin, Tatbikat Sahnesi aracılığıyla seyirciyle buluşmasını sağlamak adına elinden geleni yapıyordu. Nitekim konservatuvarın ilk dönem öğrencilerinden Ertuğrul İlgin'in Carl Ebert anısı bu önemli tiyatro adamının konservatuvara bakışını verir:
"Sene 1936. Konservatuarımız kurulmuş. Prof. Carl Ebert on kişilik bir gruba ders vermeye başlamıştı. Birinci sınıftaydık. Profesörün Almanca tercümanı bizim meşhur romancımız olan Sabahattin Ali Bey'di. Onun bulunmadığı zamanlarda Fransız Mektebi'nden olduğum için, Prof. Ebert de gayet iyi Fransızca biliyordu, onun derslerini tercüme ediyordum. Profesör iki üç ayda bir İsviçre'ye ailesinin yanına giderdi. Giderken de bana, 'Çocuklara dikkat et! Kim ne yapıyor Sigara, içki içiyor mu Yaramazlık ediyor mu' diye talimat verir; 'Dönüşte senden bilgi alacağım. Çünkü bunların hepsi benim yetiştirdiğim evlatlarım...' derdi. 'Baş üstüne' derdim. Ama erkeklik gururu. Arkadaşlarım hakkında konuşamıyorum işte! Profesör geldiğinde soruyor. Ben hep hiçbir kusur yapmadılar diyorum. 'Ahmet nasıl Şenbay nasıl Salih nasıl' 'Gayet iyiydiler.' Beşinci seyahat mıydı Aynı monoton cevapları veriyorum. Derken bir tokat! Hem de ne tokat! Hani gül biter derler ya. Bende dikenler de bitti. Tuttu beni. Yoksa düşeceğim. 'Bak evladım, sana bir vazife verdim. Ben bu evlatları yetiştirmekle mükellefim. Bu iş için döviz alıyorum. Bu fakir memleket bu dövizi Avrupa'ya yollamama müsaade ediyor. Bu nedenle A'dan Z'ye her şeyi bilmem lazım. Sen şimdi bu tokatı ömrünün sonuna kadar unutamayacaksın. Ama bundan sonra yaptığın her işte bu milleti düşüneceksin!'"