Bir yangının külü...

Yanıyoruz. Hem de birer ikişer değil, azar azar değil, biner biner. Çeşit çeşit ağaçlar var nefessiz kalan, için için yanan. Binlerce canlı var ormanda yaşayan. Dünyanın bize sunduğu doğayı bir avuç rant uğruna talan edenlere sözümüz olmasın mı Orada yaşayanları evlerinden, barklarından ayrılmak zorunda bırakan, malını mülkünü heder eden bu yapılanmaya gözyaşı dökmekten yorulduk. Altyapıyı bir türlü sağlayamayan bir elektrik şirketinin yangınlarda pay sahibi olduğu iddia ediliyor. Bunu soruşturacak, üzerine gidecek bir Allah'ın kulu yok mu

Temmuz kapıyı çalar çalmaz sürüklenirim bambaşka bir iklime. 29 Haziran günü annemin doğum günü olduğu için son aile buluşmamızı hatırlarım. Sonra babamın Sivas'a gidişini... Yaklaşık bir hafta süren bu sıkıntılı dönemden her defasında çıkmak için zorlarım kendimi. Çaldığım kapılar açılmaz, yürek kırgınlığım artar, çaresizlik duygusu ağır basar. Ancak, otuz iki yıldır ilk defa böyle bir umutsuzluk duvarına çarpıyorum. Tanıdıklarımızın içeride olduğu, adalet mekanizmasının işlemediği, her sabah bugün farklı olsun diye gözlerimizi açtığımız dünyanın iyi haberler vermediği, iç sıkıntımızın çoğaldığı, yalanın, riyanın yanı başımızda çöreklendiği, sevdaların talan edildiği bir hayatta payımıza düşen sadece nefes almak olmamalı!

Bu senenin belki de iç sıkıntıma bir an da olsa çözüm aramama yardımcı olan, 2 Temmuz günü gerçekleşen Hopa'daki 2 Temmuz anmasıydı. Kardeşim Zeynep Altıok'la katıldığımız paneli bizi içtenlikle acımızı sarıp sarmalamaya çalışan dostlarla geçirdik. Bu nedenle Hopa Belediye Başkanı sayın Utku Cihan'a teşekkür etmeyi borç bilirim.

Konuşmayı yaparken Hopa'daki denizin uçsuz bucaksızlığına kapıldım. Bir Ankaralı olarak bozkıra bakmayı sevmeyi öğreniriz biz. Nitekim Ankara'da bir eylül günü Sivas katliamının son duruşması vardı, yine bozkıra sevgiyle bakmaya çalıştığım gündü. Sonbahar başkente çok yakışır, at kestaneleri krallığını ilan eder sokaklarda. Ihlamur ağaçlarının rayihası yayılır dört bir yana. Serçeler bir anda deniz dalgasına dönüşür. Bozkır kendi şenliğini yaratır. Oysa eylül, 12 Eylül'ün bıraktığı gözyaşlarıdır biraz da. Uzak günlerin içli türküsüdür. Bu yüzden babam Behçet Aysan'ın 1986'da Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü aldığı kitabının adıdır "Eylül". Eylül, bir de öldürülmüş şairlerin ve ozanların ah ettiği aydır. Çünkü bir siyasi katliamın faillerinin hukuk önünde zamanaşımına uğradığı o yaman gündür. Siz hiç mahkeme salonunda çaresizlikten utanan biri gördünüz mü Ben gördüm. O gün evladını kaybetmiş bir annenin gözyaşlarında boğuldum. Karar açıklandıktan sonra soluksuz kaldım. O itiş kakıştan, büyük konuşmalardan filan kaçtım her zamanki gibi uzaklara. Amaçsızca uzun uzun yürüdüm. Peki kendi utancımı ne yapacaktım Nereye gömecektim Bilemedim. Öylece kaldı o utanç bende. Üzerime yapışmış bir zırh gibi.

Bu ülkede çok sayıda siyasi cinayet yargılaması zamanaşımına uğradı. Ülkemizde sendikal hareketin öncülerinden DİSK Başkanı Kemal Türkler davasından akademisyen, yazar Ahmet Taner Kışlalı davasına kadar hemen hemen bütün adalet arayışları tozlu raflara konuldu. Yakın gelecekte Hrant Dink davasının da benzer sürece doğru ilerleyeceğini bilmek kadar ağırı yok. Çünkü bütün bunlar gözünüzün önünde yaşanırken bir "bilirkişi"ye dönüşüyorsunuz. Antik Yunan mitolojisinde Kassandra vardır. Kör kâhin olarak nitelendirilir. Gerçekleri görür, felakete uğrayacakları uyarır ama kimseyi inandıramaz. Onun ıstırabından doğan trajedisi de etrafındakileri ikna edememesinde saklıdır. Siz de bilirkişi olarak yaşananları biliyor ama böğrünüze oturan kasvetle yaşamaya çalışıyorsunuz.

Biraz daha derinlemesine anlatmaya çalışayım: Babanız bir imza gününe katılmak ve okurlarıyla buluşmak için başka bir kente gidiyor! Bir derdi daha var: Pir Sultan çalışıyor ve yeni kitabı için Banaz'a gitmek istiyor. Katılacağı etkinlik arzusunu gerçekleştirmek için biçilmiş kaftan. Çünkü ilk iki günden sonra Banaz'a gidilecek. Dahası var: Bu buluşma Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkısıyla yapılıyor! Ve edebiyatçı arkadaşlarıyla katıldığı kültür sanat günlerinin ortasında "Kahrolsun laiklik, yaşasın şeriat, Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu, Sivas'ta yıkılacak" sloganları eşliğinde yakılıyor. Ve o dava da tam 30 yıl sonra zamanaşımına uğruyor. Tıpkı başkaca siyasi cinayetlerde olduğu gibi.