Bir ülkenin karanlık yüzü
Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu, işine gitmek üzere Ataköy'de bulunan evinden çıktı. Kendinden emin adımlarla arabasına bindi. Her şey sıradandı, gözüne çarpan herhangi bir fevkaladelik yoktu. Bakırköy'e doğru yöneldiğinde çalıntı bir Anadol'dan yaylım ateşi açıldı. Oracıkta yere yığıldı. Karafakioğlu ülkemizin en önemli aydınlarındandı, aynı zamanda İTÜ dekanıydı. Namuslu, yapıcı ve insancıldı.
Şubat soğuğu yine İstanbul'u sarmıştı. Abdi İpekçi gazeteden çıkmıştı, bir an önce evine varmak istiyordu. Akşam eşiyle yakın dostlarına gideceklerdi. Arabası sokağa girer girmez üç el silah sesi duyuldu. Hâkimiyetini kaybeden İpekçi'nin arabası sokaktaki direğe yaslanmış öylece duruyordu. Abdi İpekçi, yalnızca Milliyet gazetesinin başyazarı değildi. Yaşamı boyunca laikliği, eşitliği, çoğulculuğu savundu. "Kelepçeli Uygarlık" yazısında, "Modern, uygar ve ileri toplumlarda, temel koşul özgürlükçülüktür. Düşünceleri cezalandıran yasalar çoktan yürürlükten kaldırılmıştır. Bir yazıyı yazanı ve yayımlayanı bir yılı aşkın hapse mahkûm eden toplumdaki düzen, başkaca bir koşul aranmadan totaliter sayılır" diyordu.
Muammer Aksoy, yalnızca üniversitede öğretim üyesi değil, yazar ve düşünce adamıydı. Türk Hukuk Kurumu ve Atatürkçü Düşünce Derneği başkanıydı. Ankara'da başkaca aydınlarımızı da yitirdiğimiz kanlı ocak ayının son gününde apartmanının girişinde vuruldu. Hiçbir görgü tanığı yoktu. Silah sesi bile duyulmamıştı. Cinayet son derece profesyonelce işlenmişti. Ardından Uğur Mumcu, "En büyük çabası laikliğin savunulmasıydı. Bu amaçla da Atatürkçü Düşünce Derneği'ni kurmuş, dernek adına yapılacak açıklamayı kaleme almıştı. Prof. Aksoy, bir inanç ordusunun adıydı" diye yazacaktı. Hatta Mumcu, cenazesinde gömütünün başında fotoğrafını da taşıyacaktı. Ne acı ki bu ülkede aydınlar cenaze törenlerinde birbirinin fotoğrafını taşımaya mecbur bırakıldılar.
Bahriye Üçok, tam bir cumhuriyetçi ve laiklik savunucusuydu. Üniversitede öğrencilerine ders veriyordu. Aynı zamanda SHP'nin laiklik raporunu hazırlamakla uğraşıyordu. Bir süredir savunduğu değerler yüzünden tehdit ediliyordu. Eve kargo ile bir paket geldi. Kızı, kargodan gelen not üzerine paketi aldı ve evin girişine koydu. Üçok paketi açar açmaz içine konulan bomba patladı. Oracıkta yere yığıldı, kolları ve bir bacağı kopmuştu. Hastaneye kaldırılsa da kurtarılamadı.
Uğur Mumcu, karlı bir pazar günü evden ayrıldı. Hemen ardından eşi ve kızı da onunla gelecekti. Önden arabaya bindi ve muhtemelen kontağı çevirdi. O sırada çok büyük bir patlama oldu. Kızı, önce trafonun patladığını sandı. Ancak acı gerçek tüm aileyi bütün hayatları boyunca esir alacaktı. Uğur Mumcu, araştırmacı gazeteciliğin simge ismiydi. Onun uzun uzadıya yaptığı incelemeler sonrasında kaleme aldığı yazılarla pek çok karanlık aydınlığa taşınmıştı.