Alaska gibi...

1916 yılının kış aylarında Avrupa'dan dünyaya, tuhaf bir cinnet hali, trans hali, huzursuzluk, Parkinson gibi değişik semptomlarla kendini gösteren sıra dışı bir hastalık yayılmaya başladı. En sonunda doktor Economo, hastalığı teşhis etti ve ona "uyku hastalığı" adını verdi. Sonraki on yıl boyunca beş milyon kişi bu salgından etkilendi. Hastalığa yakalananların büyük çoğunluğu hayatını kaybetti. Geriye kalan çoğunluk ise "uyku"nun içine gömülmüş olanlardı. Yıllarca bir hastane odasında, hareket edemeden, konuşamadan deyim yerindeyse sadece nefes alarak yaşadılar. Hastalığın çaresi tam elli yıl sonra bulundu. Bu sayede binlerce kişi hayata döndü.

br data-mce-bogus"1"

Harold Pinter, bu hastalığı önce bir öyküsünde sonra da oyununda kullandı. Pinter'in kahramanı Deborah çocuk yaşta "uyku hastalığı"na yakalanmış, tam yirmi dokuz yıl sonra uyanmıştı. Ama bu süre içinde ailesi dağılmış, ölümler yaşanmış, onun için dünya bambaşka bir gezegen halini almıştı. Bu yirmi dokuz yıl, neredeyse her şeyin durduğu bir dönemdi. Deborah'a uyandıktan sonra yatağa bağımlı, uyku içinde geçirdiği günler sorulduğunda tek bir şey döküldü dudaklarından: "Alaska gibi."

br data-mce-bogus"1"

Bir süredir adeta "derin dondurucu"da uyku halinde yaşayan geniş kesimler, milliyetçilik, ırkçlılık dalgasına koşut olarak artan azgın kapitalizmin pençesinde oltada balık gibi debeleniyorlar. Üstelik av mevsiminde olduklarının ayrımında bile değiller. Çoğunun, Deborah gibi salgından etkilenen bir uyku haline gömülmese de gelecekte bu zamanları "Alaska" olarak niteleyeceklerinden kuşkum yok. Çünkü dünyanın her yerinde iktidar, varlığını sürdürmek için orta sınıfın rızasını almak zorunda hissediyor kendini. Gönüllere hitap edecek sahte formüller peşinde koşuyor. Ya otoritesini artırıyor ya da sermaye sınıfını ürkütmemek için yeni gündemler belirliyor. Öte yandan emekçiler daha beter bir sefalete sürüklenirken zenginler daha çok zenginleşmenin kapısını aralıyor. Geriye tek bir önerme kalıyor: Yeter ki kurulu düzen sekteye uğramasın!

br data-mce-bogus"1"

Buna karşın doğa üst düzeyde kirletiliyor. Atıklar yeryüzünü kaplıyor. Özellikle gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde çölleşme artıyor. Bir anlamda iklim krizi üstünden bu ülkelere sömürgeci politikalar dayatılıyor. Bu yıl Avrupa Birliği Kopernik İklim Değişikliği Servisi dünyanın küresel ısınma eşiği olan 1.5 C'nin ilk defa aşıldığını açıkladı. Bilim insanları Sanayi Devrimi'nden sonraki en sıcak dönemden geçtiğimizi söylüyor. Biz gündelik hayat gailesini sürdürürken dünya da görülmemiş bir hızla yok oluyor.

br data-mce-bogus"1"

Harold Pinter, oyununu Oliver Sacks'ın, "Uyanışlar" anlatısından yola çıkarak yazmıştı. Sacks da 1920'li yıllarda görülen "uyku hastalığı"na yakalanan ve yaşamsal faaliyetleri sıfır noktasına düşen insanların öyküsünü anlatıyordu bize. Hastalar, doktor Sacks'ın gözetiminde aldıkları mucize ilaç L-Dopa sayesinde hayata dönüyor, böylece yıllar süren aradan sonra yaşamın içine karışıyordu. Ancak bunca zaman sonra hayata karışmak hiç de öyle kolay olmuyordu. Bu çelişki uzak mesafeden komik, yakın mesafeden ise son derece trajik ilişkiler düzlemini imliyordu bize. "Uyanışlar", bilimin gücü sayesinde yeniden hayata dönen insanları anlatıyordu.