Absürdlükler ülkesi

1951 yılında Muhsin Ertuğrul, Büyük Tiyatro'yu balo salonu olarak kullanmak isteyen siyasilere restini çekerek Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevinden ayrılır. Şapkasını alıp İstanbul'a gittikten sonra Yapı Kredi Bankası'nın desteğiyle Atlas Pasajı'nın içinde "Küçük Sahne"yi kurar. "Küçük Sahne"yle ülkemiz tiyatro sanatında ilklerle buluşur. Mesela ilk defa bir kadının, Nur Sabuncu'nun oynadığı "Hamlet" seyirci karşısına çıkar. Yine Paris'te sergilendikten sadece altı ay gibi kısa bir zaman sonra Samuel Beckett'in "Godot'u Beklerken" oyunu sahnelenir. Ancak "Godot'u Beklerken" birkaç oyun sonra kaldırılır.

Açık konuşmak gerekirse bu sorunun yanıtını yıllarca arayıp durdum. Asıl sorunun insanımızın absürd tiyatroyla olan ilişkisindeki sıkıntıya yordum. Ülkemiz seyircisinin dünyanın uyumsuzluğuna, toplumda insanca bir düzen kurulamayışına, aklın değil ilkel güdülerin egemenliğine yakın olmasına karşın sahneleme anlayışındaki saçmanın bilinci nedeniyle mesafeli olduğunu düşündüm. Oysa geçtiğimiz günlerde Şakir Eczacıbaşı ve Haldun Taner'in Muhsin Ertuğrul'la yaptığı söyleşide şu cümlelere denk geldim: "Godot'u Beklerken piyesini daha önce Paris'te oynanırken çevirdim ve Küçük Sahne'de sergiledim. O zaman oyunu anlamadıkları için on dokuzuncu günden sonra beni savcılığa jurnal ederek oyunu yasaklattılar." İnsan koca ülkede "Godot'u Beklerken" nasıl yasaklanabilir diye hayret ediyor Ama sahnedeki uyumsuzluğa kapalı olup anlaşılamayandan oyun yasaklatmaya gitmek bize mahsus. Bu, tam da absürdlükler ülkesi değil midir

Bir zamanlar Ankara'da Ulus Meydanı'nın adı Taşhan'dı. Çünkü Taşhan meydanında Milli Mücadele döneminde daha çok vekillerin kaldığı Taşhan vardı. Sahibi Cemal Bey'in ölümü sonrasında ailenin yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle Taşhan satıldı. Zaten bir süre sonra da Cemal Taşhan'ın oğlu Suphi Taşhan, komünist damgası yedi. İkinci Dünya Savaşı'na doğru, iktidar kendini daha güvende hissetmek için sürgünlere başladı. Şairlerin barıştan yana tavır almaları ve barış şiirleri yazmaları endişe yarattı! İstanbul'dan sürülen Abidin Dino, Abidin Nesimi, Fehmi Yazıcı, Talha Balkı, Arif Dino gibi aydınların yanında Ankara'dan şair Suphi Taşhan vardı. Suphi Taşhan'ın, bir zamanlar Taşhan'da konaklayan İnönü arasındaki şu telefon konuşması ise rivayet değil gerçekti:

"Ooo! Suphi nasılsın"

"Teşekkür ederim, efendim."

"Bir ihtiyacın, isteğin var mı"

"Sağlığınız ve MİT'in kaldırılması, efendim."

Nâzım Hikmet'in Bursa Cezaevi'nde yatarken, bir mukavvanın üstüne yazıp ranzasına Suphi Taşhan'ın dizelerini astığı iddia edilir: "Bahar beklediğimi getirmedi Bahar yine gelir." Bütün bunlar başka bir ülkede değil bizim ülkemizde yaşanır.