Yaralara Parfüm Sıkmak
Kişisel gelişim sektörü, günümüz insanının içsel çatışmalarını ve varoluşsal arayışlarını, çoğu zaman sığ ve yüzeysel çözümlerle sunan devasa bir endüstri. Psikolojik derinliği, travmaların katmanlarını ve bilinçdışı süreçlerin karmaşıklığını göz ardı ederek "güne erken başla, pozitif düşün, hayallerinin peşinden koş, zengin olursun" diyen kitaplar, aslında derin yaralara parfüm sıkmaktan farksızdır. Parfüm, kokuyu geçici olarak bastırır; ancak yaranın irini ve enfeksiyonu içeride kalır, görmezden gelindikçe daha da büyür.
Bu kitaplar, ruhsal acıyı basitçe 'negatif düşünce' olarak etiketler; depresyonu motivasyon eksikliği, geçmiş travmaları ise kendi kendine drama yaratma alışkanlığı olarak küçümser. Sanki yüzyıllardır psikoloji biliminin üzerine titizlikle çalıştığı alanlara, baştan savma birer post-it notu yapıştırmakla yetinirler. Bu anlamda Freud mezarında ters dönerken, Jung kendi arketipleriyle çatışırken, kişisel gelişim guruları hala 'Kendin Olmanın 7 Pratik Yolu'nu fosforlu kapaklar ardına gizlenmiş boş içeriklerle anlatır. Bu durum, adeta bir evin temeli çürümüşken, sadece duvarlarını parlak renklerle boyayıp cephe giydirmeye benzer. İçerideki çürüme devam ederken, dışarıdan her şey yolundaymış gibi görünür.
Kişisel gelişim kitapları, genellikle epistemolojik tevazudan yoksundur; yani, "Acaba her ruh aynı mı işler" sorusunu sorma zahmetine girmezler. Herkese aynı çözümü, aynı reçeteyi sunarlar. Bu, sanki tüm insanlar aynı kalıptan çıkmış, standart birer ürün gibidir: "Sorunlarını çıkar, köpürt, durula, tertemiz ol" Oysa, insan ruhu bir sabun kalıbı gibi değildir. Bazen içimizdeki şeyler çıkarılmak istemez, bazen de çıkar ama anlatılamaz bir şekilsizliktedir. Bu kitapların dili ise her şeyi anlaşılır kılma takıntısıyla, karmaşık olanı basitleştirir, basit olanı kutsallaştırır. Adeta bir uzmanın karmaşık bir ameliyatı, sadece kes, dik ve iyileşir diye basitleştirmesine benzer. Bu yüzeysellik, gerçek şifa yerine yanıltıcı bir rahatlama vaat eder.
Daha da önemlisi, bu kitaplar okuyucuyu sürekli bir eksiklik algısıyla besler. "Daha iyi bir sen var ve sen hala o değilsin." fikrini zihinlere işlerler. Daha iyi bir zihin, daha iyi bir beden, daha iyi bir ilişki, daha fazla enerji, daha çok şükür, daha az şikâyet... Bu daha fazla arayışı, kişiyi sonsuz bir kişisel gelişim döngüsüne hapseder. Halbuki bazen insanın gelişmek değil, durmak, anlamak, hatta kendi çöküşüne izin vermek gerekir. Tıpkı bir ağacın yapraklarını döküp dinlenmeye çekilmesi gibi. Ancak bu, piyasada satmaz. Bu yüzden, raflar umut satar; ama çoğu zaman geriye yalnızca derin bir yalnızlık bırakır. Üzerine atılan yeni 'kendini sevme' kitapları, aslında o yalnızlığın bir başka yüzüdür.