"Su aktıkça kirlenir" derler ya, bazen düşünüyorum: Acaba biz insanlar da öyle miyiz Çocukken tertemiz doğuyoruz; kalbimizde ne kin var ne öfke. Sonra büyüdükçe çevremizden aldıklarımızla, duyduklarımızla, gördüklerimizle bir şekilde bulanıyoruz. Bir bakıyorsun, suyun berraklığını korumak yerine, çamurlu bir dereye dönmüşüz.
Ama mesele şu: Kirlenmek kaçınılmaz mı, yoksa temiz kalmak da mümkün mü
Bugün sokakta yürürken yere atılmış bir çöp gördüğümüzde sadece çevre mi kirleniyor Hayır. Aynı zamanda düşünce dünyamızda da bir çöküş oluyor. Çünkü "nasıl olsa herkes yapıyor" diyerek biz de benzer şeylere göz yumuyoruz. Ya da trafikte kavga eden iki insanı düşün. Çocuk arka koltukta oturuyor, babasının öfkesini, annesinin sabırsızlığını seyrediyor. O küçük çocuk için suyun berraklığı işte orada bulanıyor.
Aslında aile dediğimiz yer çok kritik. Ev, bir anlamda hayatın ilk okuludur. Çocuğun iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı öğrendiği ilk yer orasıdır. Mesela anne-baba tartışırken ağızlarından çıkan sözler, çocuğun zihnine direkt kazınıyor. Sonra o çocuk gidiyor, okulda arkadaşına aynı cümleleri kuruyor.
Bir de şu telefon meselesi var. Hepimiz farkında olmadan saatlerce ekrana bakıyoruz. Çocuk da görüyor tabii. Eğer anne-baba birbirine vakit ayırmıyorsa, çocuğun aklında şu yer ediyor: "Demek ki sevgiyi telefonda aramak lazım." Halbuki en güçlü sevgi, yan yana geçirilen zamanda gizli.
Bir de küçük gibi görünen ama aslında çok şey öğreten detaylar var. Mesela ışığı boşuna yakmamak… "Bak yavrum, boşa yanarsa israf olur" demek, sadece elektrik faturasını azaltmıyor. Çocuğa hem doğaya hem de topluma saygıyı öğretiyor. Yani bazen küçücük davranışlar, koca bir ders oluyor.
Kirlilik sadece çevreyle ilgili değil; kalpler de kirleniyor, diller de davranışlar da. Aile burada suyun ilk kaynağı. Eğer evde şefkat, saygı, dürüstlük varsa, çocuk o berrak su gibi akıyor. Topluma karıştığında kirlenmek yerine çevresini temizlemeyi öğreniyor.