Hesaplaşmalar gölgesinde Kobani kararları

Üç yılı aşkın bir süredir devam eden, 108 sanıklı Kobani davasında 130 sayfalık karar, avukatların protestoları ile açıklandı.

Kimi sanıklar beraat etti, kimileri tahliye edildi, kimileri hapis ile cezalandırıldı.

Hiç kuşkusuz bu kararlar sadece bugünü değil, Türkiye'nin geleceğini de etkileyecek.

Aslında ErdoğanAKP iktidarının Kürt Politikası çok zikzaklı bir çizgi izlediği, "Açılım" ile "Savaş" arasında sert virajlar yaptığı için, bu davanın siyasetten bağımsız olduğunu öne sürmek olanaklı değil.

Bu yazı sırasında açıklanan Altan Tan, Ayhan Bilgen, Beyza Üstün ve Aysel Tuğluk'un beraatları, Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk'e on yıl hapis cezası, Figen Yüksekdağ'a 30 yıl 3 ay hapis cezası, Selahattin Demirtaş'a birkaç ayrı suçtan verilen toplam hapis cezası önemli.

Daha da önemlisi, iktidarın küçük ortağı MHP ile AKP arasında "hesaplaşma" gerilimleri yaşandığı bir dönemde bu kararların açıklanmış olması.

Çünkü tam bu sırada, iktidarın küçük ortağı MHP, Ayhan Bora Kaplan liderliğindeki bir suç örgütüyle ilgili olarak ortaya çıkan "hesaplaşma" üzerine "Darbe suçlaması" yaptı ve bazı Emniyet mensupları gözaltına alındı.

22 yıllık ErdoğanAKP sırasında Türkiye garip "hesaplaşmalara" tanık oldu:

Önce yolsuzluk iddiaları üzerinden ErdoğanAKP ile Gülen Cemaati arasındaki 17-25 Aralık 2013 hesaplaşması yaşandı. Sonra 15 Temmuz 2016'da Cemaat'in silahlı darbe girişimi oldu.

Bu her iki "hesaplaşma" sonrasında da iktidarın kendi darbesini yaptığına ve rejimi iyice kişisel ve otoriter hale getirdiğine tanık olduk.

Son zamanlarda dikkati çeken yeni dört "hesaplaşma" kamuoyuna yansıdı:

1) Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki hesaplaşma.

2) Emniyet içindeki hesaplaşma.

3) Tarikatlar ve Cemaatlerin kendi içlerindeki ve aralarındaki hesaplaşmalar.

4) MHPÜlkü Ocakları içindeki hesaplaşma Ve bütün bu garip hesaplaşmalar, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni zayıflatıyor, toplumun güvenliğinin, halkın refah ve esenliğinin altını oyuyor.

Çünkü Erdoğan AKP iktidarının 22 yıllık yönetimi sonunda, Parlamenter Demokratik Rejim çökertildi yerine, siyasal bilim yazınında Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun "NeoPatrimanyol Sultanizm" diye tanımladığı, Merdan Yanardağ'ın "İslamo-Faşizm" diye nitelediği, benim "Şahsım Devleti" dediğim bir rejim kuruldu ve devlet kişiselleştirildi.

Elbette bütün kişileştirilen ve otoriterleşen rejimlerde görülen "hesaplaşmalar" derhal Türkiye'de de ortaya çıktı: