Bir alçağın hikayesi...
CHP'nin eski genel sekreterlerinden Kasım Gülek'in Türkiye'ye hediyesidir. İlk O tuttu elinden. Gülek de ABD'nin en güvendiği isimlerden biriydi. 1980'li yıllarda bizzat Alparslan Türkeş, Amerika'nın Gülek'i Türkiye'de Cumhurbaşkanı olarak görmek istediğini anlatmıştı bana.
Sonra Bülent Ecevit övgüler düzmeye başladı bu adama. Ahtapot gibi kolları her yeri sardı. En önemlisi de dindar kesimleri taktı peşine. Kendisine kutsal bir misyon biçildi.
Yüzünden sahtekarlık akıyordu. Zaman zaman içindekini dışa da vuruyordu. Ama maalesef çok kişi görmedi, ya da görmek istemedi. İçindeki pisliği saklamak için "Cebrail gelip benden parti kurmamı istese, O'na 'kusura bakma, ben bu isteğini yerine getiremeyeceğim' cevabını veririm" deyip, açıktan Allah'a isyan edeceğini söylemesi dahi önemsenmedi. Bu sözlerine ve sergilediği bütün garipliklere rağmen, bu ülkede pek çok din adamı bile peşine takıldı.
Garip bir dönemdi o!..
Fethullah Gülen hakkında olumsuz laf söyleyen, anında "kafir" ilan ediliyordu. Dindar kesimlerin üzerinde böylesine yoğun bir baskı vardı. Maalesef, Diyanet İşleri Başkanlığı bile bunların kontrolüne geçmişti.
O günlerde Türkiye'deydi, henüz Pensilvanya'ya kaçmamıştı. Böyle bir ortamda Akşam Gazetesi Yazarları olarak kendisini İstanbul'da ziyarete gittik...
Maske ile karşımıza çıktı. Yumurtadan yeni çıkmış bir civciv gibi saf ve masum bir görüntü vermeye çalıştı. Neler demedi ki...
Kontrolündeki dershaneleri devlete devretmeye hazır olduğundan bahsetti. Her zamanki o ağlamaklı yüzüyle, "Ben kavga değil, huzur istiyorum. Arkadaşlarıma vasiyet ettim. 'Beni öldürseler bile taşkınlık yapmayın, beni sessiz sakin defnedip hayatınıza devam edin" telkininde bulundum" türünden sözler sarf etti.
Tam bir sahtekardı.
***Bizim sektörü de ellerine geçirmişlerdi. Kaynağı belirsiz ve kirli paraları basıp, gazete ve televizyonları satın alıyorlardı. Çalıştığım gazeteyi de satın alıp beni işten kovdular. Hakkım olan tazminatı bile mahkeme kararı ile alabildim.