'Müfredattaki Sanat'a bir mola: Ama bizim sorunumuz evrensel değil

2014 yapımı The Monuments Men (Türkçemize "Hazine Avcıları" olarak kazandırıldı!), sektör sinemasının bir ürünü olmasına rağmen verdiği önemli mesajlarla özel bir yerde duruyor. Popüler sinema figürü George Clooney, filmin hem yönetmeni, hem senaristi hem de başrol oyuncusu. Clooney'in sanat sahiplenmesine dair özel çabasını gözlemlediğimiz bir yapım.

Film bizi, savaşın filmlerde de popüler tarihte de okullarda da anlatılmayan bir cephesine götürüyor; sanat cephesi.

Savaşla sanatı bir araya getirmek kelime nazarında bile güç. Ancak her iki dünya savaşında hakikaten de böyle bir cephe açılmış.

Film, 1943 yılında savaşın son demlerinde geçiyor. Almanlar savaşı kaybedip çekilmeye başladığında Fransa ve İtalya gibi ülkelerin sanat stoğunu da boşaltmaya başlıyor. İşgal ettikleri bölgelerdeki müzeler, sanat galerileri ve özel koleksiyonlardaki eserler, sessizce kaçırılıyor ve trenlere yükleniyor. Tehlike fark edilince başlarına komutan olarak Amerikalı sanat tarihi profesörünün atandığı, sanat eseri uzmanlarından bir bölük oluşturuluyor ve Almanların çekilmekte olduğu bölgelere gönderiliyor. Görevleri, kayıpları tespit edip kaçırılma planlarını araştırmak, en nadide eserlerden başlayarak kurtarma operasyonları gerçekleştirmek ve gerekirse bu uğurda hayatlarını tehlikeye atmak.

Bir grup sanat uzmanından bir asker bölüğü çıkarılmasının tek yolu kısa süreli bir askerî eğitim oluyor ancak çatışma ve cephe tecrübeleri olmadığından son derece zor anlar yaşıyorlar, hatta bu uğurda bir arkadaşlarını yitiriyorlar. Yine de bu tehlikeli serüvene dâhil olmaktan pişman olmayıp bu uğurda ölmeyi yeğlediklerini, bundan onur duyacaklarını dile getiriyorlar.

Araştırma esnasında cephedeki asker ve komutanlar, bu bölüğün vazifesini de azmini de son derece tuhaf buluyor. "Bunca adamım ölürken bana ne sanat eserinden!" şeklinde özetlenebilecek tepkilerle karşılanıyorlar. Filmin bam teline vuran sahnesindeki cümleler ise bizzat Clooney'in canlandırdığı Frank Stokes'in dudaklarından dökülüyor. Tek tek titizlikle seçtiği ve komuta ettiği sanat uzmanlarına görevlerinin kutsallığını ve mahiyetini şöyle izah ediyor:

"Dinleyin beyler,

Benim gibi sizin de bir gerçeği bilmenizi istiyorum. Bu görev başarıya ulaşmak için dizayn edilmedi. Eğer dürüst olsalardı bize derlerdi ki, bu kadar insan ölürken sanat kimin umurunda Yanılıyorlar. Çünkü bu tam da bizim sanatımız ve hayatımız uğruna savaştığımız şey. Bir nesli ortadan kaldırabilirsiniz. Evlerini bile yaksanız yine bir şekilde çoğalırlar. Fakat başarılarını, eserlerini ve tarihlerini yok ederseniz, onlar hiç var olmamış gibi olur. Sadece uçuşan küller, işte Hitler'in istediği bu. Ve bizim asla izin vermeyeceğimiz şey."

İşte bu sekans bizi, "başarılarını, eserlerini ve tarihlerini yok ederseniz, onlar hiç var olmamış gibi olur" ifadesindeki hazin kırılmayı, cansiperane mücadelelerin ardından sular durulduğunda dökülüyor yaşamış bir millet olduğumuz gerçeğiyle yüzleştiriyor. II. Dünya Savaşı sırasında, düşman cepheler arasında yaşanan sanat ve tarih savaşı, bizde savaşsız bile isteye hafızaları yok etme girişimi olarak kendini göstermişti. Bu tek taraflı mücadelenin hüküm sürdüğü, hainlere el süremediğimiz yasaklı bir savaştı. Mücadelenin olmadığı yer savaş sathı sayılmayacağından düpedüz işgal, yıkım ve yitimdi.

"Bizim sanatımız" dediği mirası, hayatıyla bir tutarak muhafaza için kendini feda etme şuurunu ortaya koyanlar karşısında, "biz, ama biz" diyenlerin susturulup "bizim olmayan sanatlara" teslim oluşumuz ve medeniyet mirasımıza karşı bitmeyen reddiyelerle doldurulan dimağlarımız hakkında iyi herhangi bir şey söylenebilir mi

Peki, cephesini kendi kökenine, özüne ve mirasına karşı kurmuş zihniyetlere, yukarıdaki söylem bir ders olabilir mi

Pek muhtemel görünmese de bu kıyası dillendirmeye mecburuz. Çünkü bizim de "bizim" diyebileceğimiz bir mirası sahiplenmemiz için sahada mücadele vermiş az da olsa sanatkârımız mevcuttu. Hat ve bezeme sanatlarımızın öğretildiği mekteplerin açılabilmesi için kültür cephesinde saf tuttular ve medeniyetimizle aramıza köprü kurdular. Kadim edebiyatımızı unutturmadılar.