Müfredattaki sanat -1: Dayanak sorunu

Sanat üzerine ilk okuduğum kitap, E.H. Gombrich'in Sanatın Öyküsü'ydü. Hacim olarak göz doldurduğu kadar, merakı da doyuran bir kitap gibi görünüyordu. Plastik sanatların, mimarinin ve bezeme sanatlarının serencamını anlatıyor, sanatı Avrupa merkezli olarak ele alıyor, Doğu ve Uzak Doğu'ya şöyle bir bakış atıyor, Antik Yunan'ı ve hatta arkaik Avrupa'yı yerlere göklere sığdıramıyordu. Doğu ve Orta Doğu'nun -Mısır hariç- devasa medeniyetlerini bir kıyas unsuru olarak dahi incelemeye değer görmeyen kitap, hâlen sanat okullarımızda okutulan temel eserlerden biri. Müfredat konusu her açıldığında, üzerine uzlaşılması zor, verimi kıt ve esnekliğe müsait olmayan bir yapı üzerine konuşur buluyoruz kendimizi. Temel eğitim sürecinde her ders için yaklaşımlar aşağı yukarı böyle... Sanat eğitiminin ne olduğu, neden önemli olduğu hususlarında özgürce ahkâm kesebiliyoruz belki ama bunun ders içeriklerine, eğitimcilere, kısacası sahaya nasıl yansıdığı ve yansıtılabileceği üzerine tespitte bulunmak, fikir üretmek başlı başına bir mesele hatta en temel mesele olarak karşımızda duruyor. Aslında bunun da temelinde yerleşik olarak yakın eğitim tarihimizi darboğaza mahkûm eden resmî ideolojinin baskınlığı sorunu var. Bu baskınlık sanat eğitimi konusundaki yaklaşımları da doğrudan etkilemiş. Örgün eğitim içinde, meslek liselerinde sanat eğitiminin başlangıcına inmek isteyince kendimizi Batıcılık etkisiyle değişen Osmanlı eğitim serencamı içinde bulmamız da yine ideolojik baskınlık sebebiyle. Tanzimat'la değişen ve Batılılaşmaya ant içen siyasi ve sosyal hayat kadar, meşrutiyetlerle eğitim kurumlarının müfredatlarını ve fiziki yapılarını da değişmesi gibi aşamalar söz konusu. Sanat eğitiminin okulların müfredatına dâhil oluşu da işte aynı dönemde gerçekleşiyor. Önceden sanat eğitimine dair teorik birikimin temel metinlerinden biri olarak işaret ettiğimiz İnci San'ın "Sanat Eğitimi"1 makalesinde şöyle bir cümleye yer alıyor: "1908 Meşrutiyeti ile birlikte Türkiye'yi etkilemeye başlayan Batılı anlayış, o zamana dek büyük bir olasılıkla bir usta-çırak ilişkisi içinde sürdürülegelen zenaat eğitimi yanında, pedagojik amaçla belki çok küçük bir zümreyi ilgilendirmiş olan sanat eğitiminin, meslek okullarından başlayarak ülkemizde örgün eğitim alanına girmesini sağlamıştır." Bu cümleden kısaca şu anlaşılıyor: Sanat eğitiminin kurumsallaşması, yani eğitim kurumlarına ana ve yan dersler şeklinde dâhil edilmesi, Osmanlı'nın Batılaşma süreci ile başlamıştır. San devam ediyor: "1183'te kurulan Sanayi-i Nefise Mektebinde (Güzel Sanatlar Okulu) Avrupa tekniğine göre portre ve peyzaj üzerine çalışmalar yürütülürken, öteki kıllarda canlı yaratık ve insan resmine karşı sürdürülen çekingenlik dolayısıyla resim derslerinde taş baskı (litografya) çalışmaları, cansız modellerin, peyzajların ya da tahtaya çizilen geometrik ve bitkisel motiflerin kopya edilmesi ve renkli kartpostallardan büyültmeler yapılması biçiminde çalışmalar yapılıyordu." Tespitten anlaşılıyor ki 1908'deki