İYİLİK MÜMKÜNDÜR

Güven, dünyaya gelen herkesin ihtiyacı. Ama ne yazık ki, dünya üzerindeki birçok temel ihtiyaç gibi o da dengeli ve adaletli paylaşılmıyor. Bunda payımız var ya da yok, ama güven adaletsizliğinin birçok çeşidine şahidiz.

Yeme içme, barınma, hayatı layıkıyla, güven içinde ve insan gibi yaşamayı, farklı toplum katmanlarına mensup insanlar birbirinden çok farklı şekilde anlıyor. Birisi için damı akmayan ev, bir başkası için ses geçirmez duvarlar öncelikli. Birisi için ekmeğe katık, bir başkası için yeni araba telaşı… Birisinin yarım günlük okul yolu, bir başkasının okuldan kaçma tasarıları… Şaşılacak zıtlıklara bunca aşinalığımızdan olacak, görünmez farklara dönüşüyor her biri.

Gazze'de duvarı olmayan, damı olmayan evleri nimet gören, çoğu evsiz binlerce Filistinlinin hayata tutunma çabasına şahit olduktan sonra temel ihtiyacın aslında ne olduğu konusunda bir silkelendiğimizi ümit ettim.

Onlarca yıldır yerinden yurdundan edilmemek için direnen, eğitime öncelik vererek kendini idame etme çabasıyla varlık gösteren Filistinliler, işgal kaosunda konforu hatırlarına getiremeyecekleri, temel ihtiyaçlarından yoksun hâlde mücadeleye devam ediyor. Burada razı oldukları şartlara bakınca aslında ne kadar büyük bir zenginlik yaşadığımız ve insanoğlunun mecburiyet söz konusu olduğunda nelere katlanabildiği görünür hâle geliyor.

Var ile yok, ikisi bir araya gelmeden hakikati anlaşılmayacak iki tecrübe. Pek çok zıtlıktan biri olan güven ve tehlike gibi…

Bir bebeğin anne karnındaki muhafazasından ayrılıp dünyaya gelişiyle yaşadığı tedirginlik, güven duyma konusundaki en sahici izahlardan. Sonrasında bir çocuğun büyüdüğü ev ve muhit, onu koruyan ve bir şekle büründüren, genişleyen ama hep içinde kalınacağı ümit edilen muhafazalar bütünü… Ve sonra kendi ve başkaları için inşa ettiği güvenli ortamlarda hayat devam ediyor. Bu eskimeyen, vazgeçilmeyen bir ihtiyaç döngüsü.

Diğer tarafta ise kırılmışlığın ve parçalanmışlığın içinde doğan, aile korumasından emin olmayarak büyüyen çocukların ıstıraplı yükü var. İşgal veya savaş sebepleri dışında, sosyal sorumluluk konusunda gelişmemiş toplumlarda ya da gözümüzden kaçan kapı artlarında her biri kayıp hayatlar yaşayan, umutları sönmüş çocuklar, âdeta kendi yükünü taşımak vazifesiyle dünyaya geliyor. Güvenilir insanlara hasret duyan, bu insanlarla karşılaşma ümidini kısa zamanda yitiren ve bir gün güvenilmez insanlara dönüşmesi neredeyse mecburi çocuklar…

Tehlike kötülüğün bir meyvesi. Kabil'den bu yana kötülük, kendini kaybetmiş aklın, bozulmuş kalbin ve vicdansızlığın bir sedası. Kırıcı, yıkıcı, yok edici, parçalayıcı… Huzurun en büyük düşmanı. Yuvalandığı kalbi tüketen buyruk.

Hiç durmadan savaşan bir dünyanın parçası olmak, hayatın akışını sık sık sorgulatıyor. Nerede durduğunuzu, neye yaradığınızı, neyin parçası olduğunuzu, dostu, düşmanı, iyiyi, kötüyü ve felaketlere kaynak olabilecek her şeyi…

Öyleyse insanlık ya da insanlığımız neye dönüşüyor bunca kaybın gölgesinde Daha merhametli, daha müşfik, daha fedakâr mı yapıyor bizi şahit olduğumuz ya da bizzat yaşadığımız felaketler Yoksa her kötülük için bir sebep gösterip suçlu aramayı maharet mi sayıyoruz Huzuru temin edeceğini düşündüğümüz dengeyi nerede arıyoruz Beceri ve kazanımlarımızda mı, yoksa sağlayıp kazandırdıklarımızda mı

Sokak insana en çok kendini gösteriyor aslında. Yüzlerce, binlerce aynayla karşı karşıya gelmenin ağırlığını hissedebiliyorsanız gösterebiliyor. Çünkü sokaklar dünya hâlinin bin çeşitresmiyle dolu.