Bereketsizliğin Son Deminde

Teorisyenler, dünyanın sonuna dair söylenmedik pek bir şey bırakmadılar. Ama hâlen medyanın popüler cephesi Nostradamus "kehanet"lerini, Da Vinci'nin "sırları"nı, bilimdeki aklın sınırlarını zorlayan son adımları, dünyanın sonunu getirecek türlü felaketleri sık sık önümüze getiriyor. Sebep açık; geleceği bilmeye ve tüm gizemleri çözmeye yönelik saplantılar taşıyoruz; korku ve kaygı oluşturulmak isteniyor.

Burçlardan, yıldızların diziliminden mana çıkarıp; bu safsataları insanlığa enjekte eden şarlatanları fazla ciddiye alıyoruz. Bolca satılıyorlar, alanlar da minnetle sevinerek alıyor. Medya da safsatadan ibaret her türlü argümanı defalarca ısıtıp tekrar tekrar sunuyor bu yüzden.

Geleceğe yönelik merakımız, hem kendi sonumuza/sonramıza, hem de dünyanın sonuna/sonrasına dair. Üstelik böylesi fırtınalı bir gidişata gem vuracak hiçbir gücümüz yokken.

Hayatı kolaylaştıran her şey hızlanıp durdukça zaman da hızlanıyor. Göz açıp kapayana kadar günler, aylar yıllar birbirini kovalıyor âdeta. Hatıralardan vazgeçirecek zihin işgali sö konusu. Biriktikçe karmaşıklaşıyor ömür helezonları. Unutmak da kaderden değil mi…

Teknoloji hayatı kolaylaştırıyor. Biz de zamanımızı, yapmaya mecbur olduklarımızdan çok sevdiğimiz ve istediğimiz meşgalelere ayırmak istiyoruz. Ama bu beklentimizi, giderek daralan vakitler karşılayamaz oluyor. İlginçtir, dijital çağ son hız hükmünü sürerken, zamanı vakumlayarak bizi kandırıyor.

"Ahir" zamanları yaşamanın bedeli var. Zamanın, dünyanın sonuna doğru giderken daralacağı hadis-i şeriflerde, "zamanın bereketinin azalması" olarak geçer. Sona yaklaştıkça zamanın bereketinin çekileceği haber verilmiştir.

Ama bilim bu olaya "akışı kıyaslama algısı" olarak bakıyorsa da zamanın hızlanması konusu ciddiyetle incelenmiş. Yoğun çalışmalar sonucunda dünyanın nabzı olarak tanımlanan "Schumann Rezonansı" isimli bir ölçüm birimi ortaya çıkmış.

Bu nabzın 1980 yılından bu yana giderek daha hızlı attığı ve belli bir seviyeye çıkınca da duracağı söyleniyor. Saatteki yelkovan ve akrep de zamanın akışına göre ilerlediğinden hem somut hem de soyut karşılığıyla zamanın daha çabuk aktığına dair şikâyetlerimizi haklı çıkarıyor. Bu hesaplamaya göre bir gün içinde 24 saat yaşanırken algılanan zaman 16 saat.

Bilim dünyanın dönüşü hızlandı diyor, ama bunun sebebini açıklayamıyor. Zaten bu çalışmalar kanıtlandığı için itiraz edecek bir durum kalmıyor geriye.

Zamanın avuçlarımızdan kayıp gittiğini söylediğinizde inkâr edecek kimseye rastlamıyor olmamız, bu bereketsizliğin yalnızca algı olmayıp gerçek olduğunun da bir işareti.

Ve her şey birbirini takip ediyor. Sağlık teknolojisindeki tüm gelişmelere rağmen, erken yaşlarda kalıcı fiziksel rahatsızlıkların ve obezitenin yanı sıra ölümcül hastalıklarla da büyük imtihanlarımız var. Avcumuzu dolduramayan bir tutamdan ibaret ömür, canhıraş koşulan ve çabuk yorulduğumuz bir maraton...

Aklımızı ve kalbimizi eğitecek ve olgunlaştıracak fırsatları da ömrün hengâmesinde yitiriyoruz. Bu manzara, insanın var olma savaşının hiç değişmediğinin de göstergesi. Bütün mesele hayatta kalmak ve hayatı mümkünlerden en has imkânları seçerek geçirmek. Bir yerde dünyeviliğin ta kendisi.