Basque Culinary Center 10 yıldır gastronominin bir toplumsal sorumluluk alanı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ve her yıl hayata dokunan bir şefe ödül veriyor. Bu yıl ödülün sahibi Leticia Landa oldu. Dünyada yalnızca 10 kişinin sahip olduğu 'Basque Culinary World Prize'ın sahiplerinden biri de Ebru Baybara Demir. Bu başarı sadece bireysel değil, Türkiye'deki kadın emeğinin sessiz gücünü görünür kılan bir gurur...
Günümüz gastronomisinin anlam kazandığı en önemli noktalardan biri artık 'ne pişirildiği'yle değil, 'hayata nasıl dokunduğu'yla ilgili. Dünyanın birçok yerinde mutfağa yeni bir mercek tutuluyor: Sofra, tüketimin değil dönüşümün alanı olabilir mi Bu sorunun en güçlü cevabı İspanya'nın San Sebastian kentindeki Basque Culinary Center'dan geliyor. Çünkü onlar 10 yılı aşkın bir süredir gastronominin artık yalnızca bir meslek değil, bir toplumsal sorumluluk alanı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ve bence bunu başardılar da. Zira gastronominin inovasyon üssü olarak kabul edilen Basque Culinary Center'ın verdiği 'Basque Culinary World Prize' dünyada gıda üzerinden yürütülen en etkili sosyal hareketlerden birine dönüştü. 2025'te 'Basque Culinary World Prize'ın 10'uncu yılında ödülü alan Leticia Landa, San Francisco'da göçmen kadınlara gastronomi yoluyla girişimcilik ve ekonomik bağımsızlık kazandıran La Cocina projesiyle dikkat çekiyor.Fatmata Binta
Jüride kimler var
Bu ödülü belirleyen jüri yalnızca şeflerden değil; sosyologlardan, antropologlardan, iklim uzmanlarından ve kültürel miras araştırmacılarından oluşuyor. Joan Roca, Mauro Colagreco, Elena Arzak, Dominique Crenn, Massimo Bottura gibi dünyanın önde gelen şefleri de bu jüride görev alıyor; ancak burada belirleyici olan, onların yalnızca lezzet değil, insanlık üzerine düşünebilen kişiler olması. Çünkü mutfak artık yalnızca tarif üretmiyor; ekonomi, göç, sürdürülebilirlik, eğitim ve sağlık üzerine konuşuyor.
Bugüne kadar bu ödülü alan isimler de bu yeni çağın karakterini belirliyor; Venezuela'da kakao üreticisi kadınları güçlendiren María Fernanda Di Giacobbe, Kolombiya'nın yerli halklarının mutfak hafızasını koruyan Leonor Espinosa, Avustralya'daki Aborjinlerin tariflerini kaybolmadan belgeleme mücadelesi veren Jock Zonfrillo, gastronomi ve iklim krizi arasında bağ kuran Anthony Myint, savaş ve afet bölgelerinde sıcak yemek dağıtan Jose Andres, çocuklara doğru beslenmeyi bir eğitim sistemiyle öğreten Xanty Elías, Fulani kültürünü yeniden görünür kılan Fatmata Binta, San Francisco'daki göçmen kadınlara girişimcilik sunan Leticia Landa... Ve Türkiye'den Ebru Baybara Demir (2023 yılında ödülü aldı); Mardin'den yükselen bir 'sessiz dönüşüm'. Bu isimlerin ortaklaştığı nokta şudur: Hepsi mutfağı yalnızca lezzet üretmek için değil, insan hayatına dokunmak için kullanıyor.
Haberin Devamıİşte tam burada Türkiye mutfaktan daha fazlasını söyleyecek bir ülke olarak öne çıkıyor. Çünkü bu ülkenin gastronomisi yalnızca tarihiyle değil; üreticisi, göç hikâyesi, kadın emeği ve yerel bilgisiyle de güçlü bir dönüşüm yaratma kapasitesine sahip. Fakat bu potansiyelin görünür olması için önce şu sorunun sorulması gerekiyor: Türkiye gastronomide yalnızca lezzet mi aramalı, yoksa toplum için bir gelecek dili mi kurmalı
Bu sorunun ilk somut cevabı Mardin'den geldi. Ebru Baybara Demir bugün yalnızca bir şef değil; yerel üreticiyle bağ kuran, kadınların ekonomik özgürlüğünü destekleyen, göçmenleri toplumla buluşturan ve Anadolu'da tarımın yeniden canlanmasını sağlayan bir sosyal lider. İster kooperatif projeleri olsun, ister göçmen entegrasyon mutfakları, ister tohum koruma çalışmaları... Ebru Baybara Demir'in çabaları bize gösterdi ki gastronomi sadece biyolojik değil, sosyolojik bir ihtiyaçtır. Yani yemeği yalnızca bir tabak üzerinde değil; toplum içinde, ekonomi içinde, insani ilişkiler içinde okumak gerekir.
Haberin DevamıOnun öncülüğünde Türkiye'de yeni bir gastronomi anlayışı filizleniyor. Bu anlayışa göre gastronomi yalnızca restoranda değil; köy okullarında, kırsal mahallelerde, göçmen entegrasyon merkezlerinde, kadın kooperatiflerinde de hayat bulmalı. Çünkü yemek yalnızca tüketilmez, iyileştirir. Her tabak bir iletişim kurar. Bir sofra etrafında kurulan bağ, kimi zaman bir politikadan daha etkili olabilir. Göç bir kriz değil, yeni bir mutfak dilinin doğuşudur. Kadın emeği sadece yardımcı değil, sofra ekonomisinin kalbidir. İsraf sadece kayıp değil, dönüşebilecek bir kaynak olarak görülmelidir. Türkiye mutfağı tarihsel olarak zaten 'sıfır atık' prensibiyle çalışıyordu; mesele bu bilgiyi modern bir stratejiye dönüştürmek.

2