Gastronomi sadece tabakta değil; stratejide, diplomaside, hikâyede ve sürdürülebilirlikte

Mutfağımız coğrafyasının zenginliği, çokkatmanlılığı ve malzemesinin bereketiyle başlı başına bir kültür atlası... Bu zenginliği dünyaya anlatmak, ülkemizin de meselesi. Dünyaya hangi dilde sesleneceğimize karar vermemiz gerekiyor.

Geçen hafta başı Gault&Millau Türkiye Turu kapsamında düzenlenen 'Signature Dining Experience' serisinin üçüncü buluşması için OD Urla'daydım. Osman Sezener, Atilla Heilbronn, Joao Oliveira, Josh Angus ve Fabrizio Fiorani aynı anda mutfağa girerek teknik ustalıkla güçlü anlatımların bir araya geldiği müthiş tabaklar servis ettiler. Ne yediğimizi, aklımda en çok kalanları sonraya bırakayım. Gelin, önce bu tarz organizasyonlar ne işe yarıyor, neden yapılıyor, biraz bunlardan konuşalım.

Bir ödülden ötesi

Mutfağımız, coğrafyasının zenginliği, geçmişinin çokkatmanlılığı ve malzemesinin bereketiyle başlı başına
bir kültür atlası. Bu şahane bir şey. Ama bunu sadece bizim bilmemiz bir anlam taşıyor mu Bu zenginliği dünyaya anlatmak, sadece gastronomimizin değil, ülkemizin stratejik vizyonunun da meselesi. Türkiye gastronomisi, uzun yıllar boyunca kendi iç dinamiklerinde parlayan ama dış dünyaya karşı görünürlüğü sınırlı kalan bir yapıdaydı. Bugünse, yalnızca yemek sunan değil, kültür aktaran projelerle bu görünürlük artıyor. Gault&Millau Türkiye'nin beş buluşmadan oluşan 'Signature Dining Experience' turu da bu projelerin son örneği. Ve aslında bununla birlikte Gault&Millau sadece bir ödül sistemi olmadığını, Türkiye gastronomisinde aktif bir oyun kuran olduğunu da gösterdi.Sözen Group'un kurucusu Gökmen Sözen

Haberin Devamı

Gault&Millau'nun Türkiye turunun ilki yine Urla'da Teruar Urla'da, ikincisi Karma Bodrum'da yabancı şeflerin katılımıyla gerçekleşmişti. Önümüzde yine biri Bodrum, diğeri İstanbul olmak üzere iki yemek daha var. Bu buluşmaları klasik bir 'fine dining' gösterisi olarak görmemek gerek. Bu turlar mutfak kimliğimizi dünyaya anlatma çabasıyla kurgulanan bir kültür sunumu. Zira her durak, yalnızca bir yemek deneyimi değil, aynı zamanda Türk gastronomisinin sahip olduğu zenginliği şeflerimiz üzerinden anlatan bir sahne. Sözen Group'un kurucusu Gökmen Sözen'in girişimleriyle şekillenen bu projelerin en önemlisiyse Gastromasa. 10 yıllık geçmişiyle artık global gastronomi takviminde yerini sağlamlaştıran Gastromasa, gastronominin yalnızca tabakta değil, stratejide, diplomaside, hikâyede ve sürdürülebilirlikte olduğunu anlatıyor.

Haberin Devamı

Bugün dünyanın en büyük gastronomi konferanslarından biri olarak anılan Gastromasa'nın geçmişine bakınca, Türkiye'nin bu alandaki yükselişinin de bir nevi haritasını okuyabiliyoruz. Bir zamanlar gelmeye tereddüt eden şeflerin bugün davet için sıraya girmesi, yalnızca etkinliğin başarısı değil; aynı zamanda Türkiye'nin artık gastronomi sahnesinde söz sahibi olduğunun da bir göstergesi. Gastromasa artık sadece büyük isimlerin sahneye çıktığı bir platform değil; genç şeflerin kariyer yolculuklarına yön verdiği, uluslararası şeflerin ilham aldığı, global gastronomi ağının nabzının attığı bir merkez haline geldi.

Gökmen'e "Türk gastronomisinin en güçlü tarafı sence nedir" diye sorduğumda cevabı netti: "Yerel ürün zenginliği. Tarhana, Antep fıstığı, sumak, Güneydoğu biberleri... Her biri, sadece bir lezzet değil, aynı zamanda kültür taşıyıcısı. Ancak bu ürünleri dünya mutfağına entegre edebilmek için şeflerin onları modern tekniklerle yeniden yorumlaması gerekiyor. Bu da bizi yeni bir kavrama getiriyor: Gastronomide hikâye anlatıcılığı. Artık dünya yalnızca ne yediğiyle değil, neden ve nasıl yediğiyle de ilgileniyor. 2025 yılı ve sonrası, yerel ürünlerin kültürel bağlam içinde sunulduğu mutfak anlatılarına gebe olacak. Bu hem bir sorumluluk hem büyük bir fırsat."