İran-İsrail rekabetinin jeopolitik boyutu

1979 yılında İran'da rejim değişikliği olduktan bir yıl sonra 8 yıl süren İran-Irak savaşı bölge jeopolitiğindeki esas kırılmaların da başlangıç oldu. 1988'den itibaren Irak bir çöküşe doğru sürüklenirken, İran'da içeride ve dışarıda güç boşlukları oluşturacak süreçler tetiklendi. Bu savaştan sonra İran Irak'ın da zayıflığından istifade ederek çok sayıda paramiliter güçler kurarak bölgede etkinliğini arttırmaya çalıştı. Ancak İran'a uygulanan ambargolar, Irak Savaşı'nın yarattığı iç tahribatlar, oldukça geniş bir alana yayılan Şii milis güçlerine harcanmak zorunda olan büyük miktardaki paralarla birleşince, yeni strateji İran'ı güçlendirmek yerine zayıflatmaya başladı. İran ekonomisi zayıfladı, iran ordusu her geçen gün daha fazla güç kaybetmek durumunda kaldı. Bu gün itibariyle yaklaşık 1.648.000 kilometrekare yüz ölçümüne sahip olan İran mevcut milli güç kapasitesiyle ana karasını savunma konusunda bile sorunlar yaşamaktadır. 2023 yılı savunma bütçesi 9 milyar dolara gerileyen İran'ın savaş uçağı ile zırhlı ve mekanize unsurlarındaki zafiyet dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Buna karşılık İsrail'in 2023 yılı savunma bütçesi ise 24 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Üçüncü küresel kapışmaya doğru hızla sürüklenen dünyamızda İran'daki güç boşluklarının sürecin nereye götüreceği merak konusudur. Örneğin Türkiye'nin 2024 yılı savunma bütçesi 40 milyar dolardan daha yüksek bir seviyeye ulaşmışken ve dünyadaki pek çok ülke savunma anlamında daha ileri noktalara giderken İran'ın gerilemesi Orta Doğu coğrafyasında güç boşluklarının oluşmasına neden olmaktadır. Irak ve Suriye'nin parçalanmasından sonra İsrail'le İran adeta birbirleriyle doğrudan komşu olmuşlardır. Irak ve Suriye'deki İran'ın desteklediği paramiliter güçler İran'a savunma derinliği sağlayabilir mi göreceğiz ama bu çok da mümkün değildir. Ama Suriye ve Irak'ta İsrail'in kullanabileceği yaklaşık 40 civarında ABD üssü olduğunu hatırlatmak isterim. Ayrıca Gazze savaşı başladığında dünyanın en büyük deniz gücünün Akdeniz ve Kızıldeniz'de toplanmasının sadece Gazze için olmadığı şimdilerde daha iyi anlaşılmaya başlandı. Bundan sonraki süreçte İsrail tarafından İran'a yönelik saldırıların artması ve daha güçlü bir şekilde yapılması son derece muhtemeldir. Nihai hedefi Çin olan İran'a yönelik muhtemel bir operasyonda bir diğer safhaya geçilmiş gibi görünüyor. Olayın bizi ilgilendiren yönü ise Suriye-Irak ve İran'daki istikrarsızlıkların daha da artmasının bölgede yaratacağı güvenlik riskleridir. Zira İsrail'den İran'a kadar olan bölgede çatışmaların daha geniş ölçekte yayılması başka aktörlerin de bölgeye daha fazla müdahale etmesi anlamına gelir. Bunların başında da ABD ve Avrupa ülkeleri bulunmaktadır. Bölgedeki PKK varlığıyla birlikte yeni terör örgütlerinin ortaya çıkması, bunların bölgedeki diğer aktörlerin şemsiyesi altında daha kurumsal hale gelebilme ihtimalleri, kitlesel göç ve diğer illegal unsurlara yönelik alınması gereken tedbirler önümüzdeki süreçte Türkiye'nin dikkate alması gereken yeni risk unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir senaryo Türkiye'nin Irak ve Suriye'de devlet yapılarını güçlendirerek bölgede istikrarın sağlanması politikasıyla da çelişmektedir. Ancak her şeyin ötesinde her geçen gün İsrail tarafından daha fazla bir karar noktasına doğru iteklenen İran'ın durumun farkında olarak Türkiye ile olan ilişkilerini stratejik ortaklık seviyesine dönüştürerek bölgesel bir güç olma yolunda samimi adımlar atması kendisine yönelik emperyalist planları bozabilir. Yoksa İran'ın kıvrak manevraları ve oryantal politikaları sonucu değiştirmeye yetmeyecek gibi görünüyor.