İsveç, F-16 ve PKK

Geçtiğimiz salı günü İsveç'in NATO'ya üyeliğinin TBMM'de onaylanmasından sonra şimdi gözler ABD'ye çevrildi. Beyaz Saray Türkiye'ye F-16 savaş uçakları ve modernizasyon kitlerinin satışına onay verilmesi konusunda Kongre'ye yarı resmi sayılabilecek bir mektup gönderdi. Yani Türkiye'nin attığı adımdan sonra ABD yönetimi de bir adım atmış oldu. Muhtemelen süreç bu şekilde ilerleyecek gibi görünüyor. Gelinen noktada konunun sadece İsveç'in NATO'ya üyeliği olmadığını daha geniş bağlamda Türkiye ile ABD arasında sorun teşkil eden konularda belirli bir ölçüde uzlaşmaya varıldığına dair kanaatler güçlenmekte. Türkiye milli güç kapasitesini artırdıkça küresel ve bölgesel güçlerin direnci ile daha fazla karşılaşmaktadır. Yani Türkiye jeopolitik etki alanını bölgedeki küresel hegemonik baskıları kırarak genişletmektedir. Bu nedenle Türkiye ile ABD arasında gerçekleşen uzlaşmalardan ABD'nin mutlu olduğunu söylemek çok mümkün değildir. Kendi özünde anarşik yapıya sahip olan uluslararası sistem böyle işlediğinden dolayı ülkeler arasındaki her uzlaşmanın tarafları her zaman mutlu edeceğini söyleyemeyiz. Şu an itibarıyla Amerika'nın da durumu böyle. İsveç'in NATO'ya üyeliği özelinde Türkiye ile ABD arasındaki uzlaşma zemininin Türkiye'ye F-16 satışı, terörle mücadele ile Irak ve Suriye'nin geleceği konularını içerdiğini söyleyebiliriz. Ancak Türkiye'ye F-16 savaş uçağı satışı da dahil olmak üzere bu birkaç konuda ABD'nin sözünde durup durmayacağı merak konusu. ABD güven konusunda sınıfta kalmış bir ülke. Fakat Avrasya jeopolitiğinde önemli bir güç merkezi olan Türkiye ile ilişkilerinin daha fazla bozulması başta Ortadoğu olmak üzere ABD'nin stratejik çıkarlarını tehlikeye atabilir. Özellikle Türkiye ile Rusya ve Çin'in yani Türkiye ile Doğu ittifakının daha da yakınlaşması ABD ve Batı açısından büyük riskler barındırmaktadır. Bu nedenle durum sadece ABD'nin sözünde durup durmaması kadar basit değildir. Eğer durmazsa bunun bir karşılığı olacağını ABD bilmektedir. Ayrıca NATO üyesi bir ülke olarak altyapısı mevcut olan F-16 savaş uçaklarını ABD'nin Türkiye'ye satmaması halinde S-400 füze sistemlerinde olduğu gibi Türkiye'nin başka ülkelerden savaş uçağı alması meşru hale gelir. Hatta bu konuda Türkiye'nin alternatif planlarını çoktan hazırladığı ve alternatif süreçlerin alt yapılarını oluşturduğunu biliyoruz. Bu durum da tabii ki ABD'nin Türkiye'ye karşı elini zayıflatmaktadır. Yani ABD 79 adet F-16 modernizasyon kitini ve 40 adet F-16 Blok70 savaş uçağını Türkiye'ye satsa da satmasa da Türkiye milli muharip uçak projesini yürütürken 2040'a kadar ihtiyaç duyduğu yaklaşık 40 adet 5.nesil savaş uçağını bir şekilde temin edebilecek imkanlara sahiptir. Aldığımız bilgiler ABD'nin 79 adet F-16 modernizasyon kitini bu yıl içerisinde, 40 adet F-16 Blok70 uçağını ise 3-4 yıl içerisinde Türkiye'ye satacağı yönündedir. Diğer önemli konu ise PKK ile mücadele ve Irak ile Suriye'nin geleceğidir. Geçtiğimiz hafta Irak'ın kuzeyindeki dağlık alanının Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından tamamen kontrol altına alınmasından sonra güneydeki Zaho'dan Süleymaniye'ye kadar olan bölgede PKK terör örgütü ile mücadele için yeni bir jeopolitik şekillenmenin gerçekleşeceğini söylemiştim. Nitekim öyle de olmaya başladı. MİT başkanı Sayın İbrahim Kalın'ın Irak ziyareti bu şekillenmenin ciddi ipuçlarını vermektedir. Diğer yönüyle de 4 ila 8 yıl içerisinde Ortadoğu'dan Asya Pasifik'e güç kaydırması beklenen ABD'nin Irak ve Suriye'de kurumsal ve etkili bir PKK gücü oluşturabilmesi Türkiye'nin bölgeye hakimiyeti ve PKK üzerindeki artan baskısı nedeniyle bu saatten sonra çok mümkün görünmemektedir. İşte bu nedenle PKK ile ilgili yeni formüller ve yeni çözüm arayışları içerisinde olan ABD'nin bu konuda her geçen gün daha fazla Türkiye'ye yaklaşmak zorunda olduğu yeni bir süreç ortaya çıktı. Zira Türkiye Irak'ın kuzeyindeki dağlık alanın güneyinde yer alan bölgede jeopolitik şekillenmeyi başlatmış durumda. Bu jeopolitik şekillenmenin gelişmesine bağlı olarak kademe kademe PKK'nın bölgede iyice etkisizleştirilmesi ve Suriye'deki PKK aparatlarının lojistiğinin kesilmesi mümkün hale gelecektir. Hal böyle olunca Irak ve Suriye'de Türkiye merkezli yeni bir denklemin kurulması kaçınılmaz hale gelmektedir.