Güçlüyüz, cesuruz, hazırız

Kışlalarımızda şu yazı yazar: Güçlüyüz, Cesuruz, Hazırız! Bu ordumuzun her duruma, her şart altında hazır olduğunu, olması gerektiğini ve bunu yapacak güç ile cesarete de sahip olduğunu ifade etmek için kullanılır. Çünkü sadece güçlü olmak da yetmiyor. Hazır olmak da önemli. Askeri güçlerden ziyade ekonomik ve stratejik planlama güçleri de yeni ekonomik dünyada vazgeçilmez dengelerden. Çünkü dünyada artık kimse sadece üretim gücüyle de ayakta kalamıyor. Ayakta kalmak için küresel stratejik öngörü de en önemli unsurlardan birisi. The Economist'ten Robert Guest, Çin'in yedi yıl önce aldığı bir kararı hatırlatarak, Trump'ın ticaret savaşlarını ciddiye almak gerektiğinin altını çiziyor. O günlerde Pekin yönetimi, "Amerika bizimle ekonomik bir bilek güreşine girecek" diyerek masa başına oturdu, kırılgan alanlarını tespit etti, nadir elementlerde ve yüksek teknoloji tedarik zincirlerinde bağımlılığı azaltmaya başladı. Bugün, aynı ABD Çin'in attığı hamlelerin etkisini derinden hissediyor.

Çin'in yaptığı şey basit ama derin bir strateji: "Hazırlıklı olmak." Çünkü küresel rekabet sadece üretim meselesi olmaktan çıktı ve kırılganlık yönetimi meselesine dönüştü. Nadir elementler, mikroçipler, enerji hatları ya da veri ağları… Artık her biri bir ülkenin egemenlik alanının uzantısı. Ve kim neye ne kadar bağımlıysa, gücü de o kadar sınırlı hale geldi.

Bu tablo Türkiye için de tanıdık. Bizde de bir süredir "nadir elementler", "yerli üretim" ve "stratejik bağımsızlık" başlıkları daha sık konuşulur oldu. Enerji Bakanlığı'nın nadir toprak elementleri üzerine yaptığı yeni açıklamalar, Eskişehir'deki yatakların işletmeye alınması gibi gelişmeler aslında Türkiye'nin de aynı farkındalık sürecine girdiğini gösteriyor. Ancak dediğimiz gibi mesele sadece sahip olmanın ötesinde, o kaynakları nasıl yöneteceğimiz, nasıl değer zincirine dönüştüreceğimiz aşamasında. Çin örneği, bu farkın bir ülkeyi tedarikçi olmaktan çıkarıp kural koyucu konuma nasıl getirdiğini açıkça ortaya koyuyor.

Guest'in dikkat çektiği bir başka nokta, Çin'in sadece üretim alanında kalmayıp, norm koyma gücünde de iddia sahibi olduğu. Xi Jinping, "Liberal ticaret düzeni"nin yerini "Çin merkezli bir yeni düzen"e bırakmak istiyor. Bu, yalnızca Batı'ya meydan okuma değil; üretimden diplomasiye uzanan bir paradigma değişimi. Türkiye de bu yeni küresel denklemde, Doğu ile Batı arasında yalnızca bir "köprü" olmaktan çok, kendi normlarını belirleyen bir aktör olma fırsatına da sahip. Ama bunun için önce içerideki dengeyi bulmak gerekiyor. Ekonomik öngörü, sadece teknokratik bir beceriyle sınırlandırılacak bir konu olmaktan çıktı. Tüm dengeleriyle ulusal ve uluslararası siyasi planlamanın ve uzun vadeli aklın bir sonucu. Bugün Ankara'da derin gündeme sokulan "TRÇ ittifakı" gibi siyasi arayışlar, eğer Türkiye'nin stratejik kırılganlıklarını azaltma hedefiyle paralel ilerlerse anlam kazanabilir.