Asla mezun olmayacağız

Yarın takvimler 24 Kasım'ı gösterecek. Bir akademisyen olarak kürsüde ders anlatırken de, masamda makale okurken de hissettiğim o değişmez duyguyla yazıyorum bu satırları. Yarın, öğretmenler günü!

Öğretmenlik, bizim kültürümüzde bir meslekten fazlasıdır, bir "hâl"dir. Bir duruş, bir inşa sürecidir. Cumhuriyetimizin kurucusu Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir" sözü, sıradan bir övgüden fazlasıdır. Adeta bir medeniyet manifestosudur. Çünkü öğretmen, değerlerimizi, kültürümüzü ve bizi biz yapan mayayı geleceğe taşıyan en stratejik köprüdür.

İlk harften akademik zirveye

Benim bu köprüdeki yolculuğum, siyah önlüklerimizi giyip, o heyecanla sınıfa koştuğumuz günlerde başladı. Geriye dönüp baktığımda, hayatımın temeline ilk harcı koyan ilkokul öğretmenim Üçhan Güney'i minnetle hatırlıyorum. Bir çocuğun kalbine dokunmanın, zihnine girmekten daha önemli olduğunu ondan öğrendim.

Yıllar geçti, sıralar değişti, okullar büyüdü. Yüksek lisanstan doktoraya uzanan akademik serüvenimde birbirinden kıymetli hocalarım oldu. Her birinin harcı, emeği vardır üzerimde. Ancak bu uzun maratonun "resmi öğrencilik" safhasının finalinde, doktora tez danışmanım da olan Prof. Dr. Murat Özgen yer alır. Murat Hocam, benim için sadece bir tez yöneticisi değil; akademik titizliğin, bilimsel etiğin ve bir hoca olarak nasıl durulması gerektiğinin simgesi, son "resmî" hocam oldu. Ondan cübbemi giyerken devraldığım şey sadece bir unvandan fazlası, bir duruş ve bir sorumluluktu.

Kürsüdeki öğrenci olmak

Bugün "Doçent" unvanıyla üniversitede ders veriyor, genç meslektaşlar yetiştiriyorum. Ancak şunu çok iyi biliyorum ki; unvanlar değişse de asıl sıfatımız bakidir: Öğrenci.