Dolmabahçe'nin ağır ve kalın perdeleri kapalıydı.
Koridorda herkes için sessiz ve endişeli bir bekleyiş sürüyordu.
Salih Bozok, her zamanki gibi kapının önünde nöbetteydi.
İçeriden doktorların çaresiz fısıltıları geliyordu.
Bir an dışarı çıkan doktorlardan biri yorgunlukla oracıktaki sandalyeye oturuverdi. Salih Bey umutla doktorun gözlerine baktı. O sessizliği bozan doktor, bir an tereddütle Salih Bey'e döndü:
— "Salih Bey… Hiç kıskanmıyor musunuz Bu kadar büyük bir adamın yanında yaşamak… Yani insan bazen içinden geçirmez mi"
Salih Bozok bir süre sustu. Derin bir nefes çekti. Pencerenin ardında duran Boğaz'a baktı, sonra sessizce cevap verdi:
— "Ağrı Dağı'nı kıskanabilir misiniz Ya da gökten geçen bir bulutu Ya da denizi Mustafa Kemal'i kıskanmak, işte o kadar akıldışı bir şey!"
Bir insanın başka bir insana değil, bir fikre, bir ruha hayranlık duyduğu o an…
Atatürk'ü anlatan binlerce kelimeden daha güçlüdür bence bu birkaç cümle.
Çünkü Salih Bozok'un gözünde Mustafa Kemal bir "şahıs" değil, bir "ölçü"dür.
Gölgesinde yaşamadı; onun ışığında insan kalmayı öğrendi. O'nun yedi düvele karşı verdiği mücadelede de yanındaydı, yeni Türk devletini kurarken de oradaydı.
Atatürk'ün büyüklüğünün, sadece kazandığı savaşlarda değil, savaşsız kazandırdıklarında olduğunu biliyordu. Bir halkın kaderini değiştirmek, bir milleti yurttaş yapmak, kadına seçme hakkı tanımak, bilimi rehber kılmak…
Bunlar bir komutanın değil, bir düşünürün, bir insan mimarının, çağının ötesinde olan birinin eseridir. Bugün hâlâ nefes aldığımız her alanda onun aklının izi vardır.

15