Hasım olmak
İnsanlar günlük hayatlarında birbirlerinden şikâyetçi olabilirler. Dini, mali, siyasi ya da şahsi meselelerde birbirlerini dava edebilirler. Aralarında bir hâkimin karar vermesini isteyen taraflar, mahkemeye başvurur. Hukukta müddei ve müddeâ aleyh dediğimiz taraflar, birbirinin hasmı yani davalısı olmuştur. Bu iki kişiye hasmeyn deriz. Bazen bu hasımlık yani davalı olma durumu, hasmâne yani düşmanca davranışlara kadar da gidebilir. Ancak hukukun adaleti esas alması ve bağlı olduğu otoritenin hakkaniyeti ve gücü, husumetlerin büyümesini önler. Hasım ile hısım kelimelerini de karıştırmamak gerekir. Hasım davacıyı, hısım akrabayı anlatır ve aralarında kök itibarıyla bir alaka da yoktur.
Haine taraf olunmazHusumetli tarafların davalarını dünyada çözmek ve hak sahibine hakkını tevdi etmek, peygamberlerin en önemli vazifelerindir. Mesela Hz. Peygamber'e yazılı hukukun kaynağını oluşturan Kur'an'ın indiriliş nedeni, Allah'ın öğrettiği hukuk kurallarına göre insanları yargılamasıdır. Bu durum, ayette şöyle ifade edilmektedir: "İnsanlar arasında Allah'ın sana gösterdiğine göre hükmedesin diye hakkı (yani hukuk kurallarını) içeren kitabı sana indirdik; hainlerden taraf (hasım) olma!" (Nisâ 4/105)
Hukuk, kitaba yani yazılı kanunlara göre olur. Hz. Peygamber hukuk kurallarını yazarak, genel (külli) kaideler koyarak ve bize yargılama usulünü göstererek ayetteki emri yerine getirmiştir. Dolayısıyla "adil yargılama" onun sünnetlerinden biridir. Mahkemede hainden taraf olmak yasaklanmıştır. Ayetteki bahsedilen hainler kimlerdi Bunlar Übeyrik kabilesinin önde gelenleriydi. Bir hemşerileri, Rifâa b. Zeyd'in evinin deposuna girerek un çuvallarını ve silahlarını çaldı. Hırsızı yargıya teslim edeceklerine suçu Lebîd isimli bir Müslüman'ın üzerine yıkmaya çalıştılar. Lebîd, "Vallahi hepinizi doğrarım" deyince korkup başka arayışlara girdiler. Ancak hem hırsızı tanıyorlardı hem de onu kolluyorlardı. Katâde ise amcaoğlu Rifâa'nın -günümüz hukukuyla ifade edecek olursak- avukatlığını yapıyordu; davayı ve delilleri takip ediyordu. Suçluyu tespit etti. Davaya Hz. Peygamber bakıyordu ve bugünkü anlamda mahkeme hakimiydi. Übeyrikliler Hz. Peygamber'i propagandalarla ve sahte delillerle etkilemeye çalıştılar. Bu ayetin inmesiyle Rifâa'nın haklılığı tescillenmiş oldu. Suçlular ortaya çıktı (Tirmizî, "Tefsîr", 5/22). Böylece bizler de hakimlerin hainlerden tarafı olamayacağına; avukatların da hainleri savunamayacağına dair bir hukuk ilkesini uygulamalı olarak öğrenmiş olduk (Taberî). Bu yargılama üzerine Hz. Peygamber, külli bir hukuk kaidesi öğreterek şöyle dedi: "Ben de (sizin gibi etten, kemikten, deriden oluşan bir) beşerim ve siz bana davalarla geliyorsunuz. Olur ki biriniz (mahkemede) delilini daha güzel ifade eder de ben, ondan duyduğuma dayanarak lehinde hükmederim. Her kime, kardeşine ait bulunan bir hakkı hükmederek verirsem sakın onu almasın çünkü ona ateşten bir parça vermiş olurum!" (Buhârî, "Şehâdât", 27).
Taraflar Allah'ın huzurunda toplanırBu dünyada zulme uğrayarak hakları ellerinden alınan insanlar, hasımlarıyla ahirette davalaşır. Davalara Allah bakar ve kararı o verir. Cezayı o belirler ve uygular. Davalar iki türlü olur:
Davaların birincisi fikri davalardır. Mesela kâfirler, kendilerinin yoldan çıkmasına neden olduklarını düşündükleri liderleri ve kabile büyüklerine hasım olup onların yargılanmasını hatta onlara iki kat azap edilmesini isterler (Ahzab 33-67-68). Bazıları da kendilerini yoldan çıkaranın ve hayırlı çalışmalara engel olmasını isteyenin şeytanı olduğunu söyleyerek yoldaşının (karînuhu) yargılanmasını ister. Hasımlar bu şekilde tartışırken Allah'ın buyruğu gelir: "Huzurumda tartışmayın, sizi daha önce (Kur'an'la) uyarmıştım. (Kâf 50/27-28)
Davaların ikincisi, Allah'a ve kamuya karşı vazifelerle ilgilidir. Allah hakları dediğimiz hakkullah vazifelerine namaz misal verilebilir. Topluma ve insanlara karşı görevler dediğimiz hakkulibâd vazifelerine ise hırsızlık ve cinayet gibi adi suçlar ve mali davalar misal verilebilir. Bunların çözüme kavuşturulması, Allah'ın bize yüklediği bir vazife olduğu için bir anlamda Allah hakları da sayılabilir. Zira Allah'ın istediği bir miras taksimatı ya da mal dağılımı olmayan bir hukuk düzeninde Allah'ın belirlediği hukuk kuralı uygulanmadığı için Allah'ın hakkı da çiğnenmiş olur.