Görünmez perdeler; saklayan kelimeler
Göz, ışık olmadan eşyayı göremez; herhangi bir perdenin veya engelin (hicâb) arkasındaki nesnenin varlığını ya da yokluğunu bilemez. Bir insanın soluduğu havayı ya da beyninden geçirdiği planları göremez.
Hicâb kelimesinin kökü olan hcb, engellemek demektir. Göğüs boşluğunu karın boşluğundan ayırıp geçişi engellediği için diyaframa hicabu'l-cevf denmiştir. Güneşi engellediği varsayıldığı için kaşlarımıza hâcib denmiştir (İbn Fâris, Mucem, II, 143). Güneş ve kaş arasındaki ilişki, sabah güneşinin kaşa benzetilmesine neden olmuştur. Buna Hz. Peygamber'in şu hadisi misal verilebilir: "Güneş, kaş gibi olduysa (hâcibu'ş-şems) güneşin tamamı ortaya çıkana kadar namaz kılmayınız. Güneşin kaşı kaybolmaya başladıysa güneş tamamen batıncaya kadar da namaz kılmayınız."[1] Hz. Peygamber güneşin görünmeye başlamasını, insan kaşının kavisli yapısına benzetmiştir. Ayrıca bu hadis, sabah güneş doğarken ve akşam güneş batarken namaz kılınmasının mekruh olduğunu da göstermektedir. Bir de "hicâb ayeti" adı verilen bir ayet bulunmaktadır. Erkeklere, Hz. Peygamber'in eşlerinden herhangi bir şey isteyecekleri zaman kapıdaki perdenin (hicâb) ardından konuşmalarını emrettiği için bu isimle anılmıştır (el-Ahzâb 33/53). Dolayısıyla hcb kökünden türeyen kelimeler, görünür engelleri anlatır. Peki görünmez engeller
Görünmez engeller ve perdeler
İnsanın gözünde perde (hicâb) olabilir. Bu hicâb yani perde ya mecazi anlamda insanın hakikati görmemesidir ya da gerçekten gözün, somut olan eşyayı göremeyecek bir şekilde perdelenmesidir. Eşya oradadır ve gözün herhangi bir sağlık kusuru yoktur. Ancak yine de göremiyordur. Kelimenin bu her iki kullanımını da Kur'an'da görmek mümkündür.
Birinci kullanım olan gözün perdelenmesi, mecazi anlamda, Fussilet Sûresi'nde hicâb formunda geçer. Mekke'de nazil olan sûre, iniş tertibine göre 61. sırada almaktadır. Kur'an Arapça olup ayetleri detaylıca açıklanmıştır. Buna rağmen Mekkelilerin çoğu Hz. Peygamber'e şöyle demişlerdir: "Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır, kulaklarımızda da sağırlık var; bir de seninle bizim aramızda perde (hicâb) bulunmaktadır. Sen [bizim fikirlerimizi ortadan kaldırmak için] yapacağını yap, biz de [İslam'ı yok etmek için elimizden geleni] yapacağız!" (Fussilet 41/1-5)
Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber'e kendileriyle onun arasında bir perde bulunduğunu söylemişlerdir. Bu aşılmaz engel, Mekkelilerin şirki; Hz. Peygamber'in tevhidi savunmasıdır. Yani perde dedikleri, farklılığımızdır (Taberî, Tefsîr, XX, 378).
Görmesen de bir perde var
İkinci kullanım olan hakiki anlamda gözün perdelenmesi, İsrâ Sûresi'nin Mekkî bir ayetinde hicâb formunda geçer. Ahirete inanmayan müşriklerle Hz. Peygamber arasında bir perde olduğundan bahseden ayet şöyledir: "Kur'an okuduğun zaman seninle, âhirete inanmayanlar arasına gizli bir perde (hicâb) çekeriz." (İsrâ 17/45)
Allah'ın Hz. Peygamber'le müşriklerin arasına koyduğu perdenin mecazi olduğu yorumu yapılabilse de müfessirlerin çoğu ayeti hakiki manada yorumlamışlardır. Buna göre Allah, gerçekten de Hz. Peygamber ile müşrikler arasına bir perde koymuştur. Hz. Peygamber'e ulaşıp zarar veremezler; onu görüp takip edemezler. O, Allah'ın korumasındadır. Kur'an okuduğu zaman Allah, Hz. Peygamber'i saklayacaktır; perde müşriklerin gözlerini örtecek ve onu göremeyeceklerdir (Taberî, Tefsîr, XIV, 609). Hz. Peygamber'e zarar vermek için gelen müşriklerin onu görmeden gitmesi ya da ona zarar vermelerine engel olacak bir faktörün ortaya çıkması, bu perdenin zuhuru olarak yorumlanmıştır (İbn Aşur, Tefsîr, XIV, 115-117).
Ayrıca bir önceki ayet, göklerin, yerin ve kainattaki her şeyin Allah'ı tesbih ettiğini ancak insanların bu varlıkların hamdlerini ve zikirlerini anlayamadığını (fıkıh) söyler. İlk dönem müfessirlerin çoğu, bunu hakiki manada anlamıştır (Muḳatil b. Suleyman, Tefsīr, II, 532-533; Zeccac, Meʿani'l-Ḳurʾan, III, 242). İnsanların tesbih seslerini ve yakarışlarını duyarız. Göğün, yerin, hayvanların ve yeşilliklerin tesbihini nasıl idrak edebiliriz İşitemediğimiz ya da hakikatini idrak edemediğimiz seslerin varlığına inanıyorsak göremediğimiz bir perdenin de varlığına pekâlâ inanabilmeliyiz (İbn Cüzey, Tefsîr, 455).