İnsanlar genellikle çevrelerinde gördükleri varlıklar üzerinden gerçekleştirilen anlatımları daha güzel anlarlar. Teşbihler yerini bulur ve örnekler maksadına ulaşır. Bundan dolayı kıssalarda ana unsurları oluşturan hayvanlar, okuyucunun tanıyıp bildiği canlılardan seçilmektedir. Tilkinin kurnazlıkla özdeşleştirilmesi, insan üretimidir ama buradaki benzetmenin yerini bulmasının nedeni, tilkiyle ilgili hikâyeyi dinleyenlerin onu tanıyor olmasıdır.
Atı at yarışlarından, ineği süt reklamından, aslanı çizgi filmden, deveyi hayvanat bahçesinden tanıyan bir çocuğun elbette tilkiyle ilgili hikâyeyi anlayabilmesi zordur. Bir de bu çocuğa "tilki ya da at etinin İslam fıkhına göre hükmü"nü anlatmaya çalıştığınızı düşünelim. Kesim gününe kadar görmediği bir koyunu bir saat içinde kesilmiş bir kurban halinde gören bir çocuğumuz ile günlerce emek harcayıp korumaya çalıştığı, besleyip büyüttüğü bir koyunu allayıp pullayıp Allah uğrunda kurban etmeye götüren bir çocuğu karşılaştıralım. İnsanın hiç görmediği bir varlığa bakarak tefekkür etmesi, hayli zordur.
Devede kulak
Atasözlerimiz içerisinde deveye dair pek çok söyleyiş bulunur. Bunun nedeni, toprağa ve tabiata bağlı bir medeniyette büyümüş olmamızdır. Mesela "devede kulak" deyimi, bütünün küçük bir parçasının ne kadar önemsiz olduğunu anlatır. Birisi aleni bir şekilde hırsızlık yaptığında "deveyi havuduyla (hamut) yemiştir." Tabii hamudu kimse hatırlamaz. Çünkü deveden geriye kendisi değil atasözleri kalmıştır. Havut, deve semeri; hamut, araba koşmak için boynuna takılan deri çemberdir. Deyimi okuyan bir talebe, deveyi de hamudu da ancak belgeselde görebildiği için ona bu sözü izah etmemiz gerekir. Deve, hayatımızdan çekilmiştir. Mesela TÜİK verilerine göre ülkemizde bin civarında deve kalmış olup bunların çoğu Ege bölgemizde bulunmaktadır. Bunun nedeni ne olabilir Tabii ki "deve güreşleri" geleneğinin orada yaşatılıyor olması!
Metropolde büyümüş bir delikanlımıza "Peki onlar devenin nasıl yaratıldığına ibret nazarıyla bakmazlar mı" (Gâşiye 88/17) ayetini okuduğunuzu düşünelim. Ayet, Mekkeli müşriklere hitap etmektedir. Mekkelilerin çevrelerinde en sık gördükleri, etinden, sütünden ve ticaretinden istifade ettikleri, uzun çöl yolculuklarını sırtında kat ettikleri, doğumundan ölümüne kadar her anına şahit oldukları, hakkında şiirler söyledikleri bir hayvan örnek olarak seçilmiştir. Bu örneğe bakarak Allah'ın ne kadar güçlü ve yüce olduğunu anlamaları istenmiştir. Araplar deveyi filden daha çok bildikleri için onlara "Filin nasıl yaratıldığına bakmıyorlar mı" denmemiştir. Zira görmedikleri bir şey, onların ilgisini ve dikkatini çekmeyecekti (Mukâtil b. Suleymân, Tefsir, IV, 679). Bu ayeti okuyan bir gencimizin hayatında bir kez bile dokunmadığı, belki de hiç görmediği bir deveye bakarak tefekkür etmesi ve buradan yola çıkarak Allah'ın yaratıcı gücünü idrak ederek deveden ders çıkarması "deveye hendek atlatmak"tan zor olabilir.
Deve, Kâbe'ye gitmekle hacı olmaz!
Kur'an'da deve üzerinden anlatımlara sıkça rastlanır. Mekkeli müşrikler, kendi kafalarına göre hayvanlara kutsallık yükler ve bazılarını yemenin haram olduğuna karar verirlerdi. Hastalıktan kurtulmak ya da yolculuktan sağ salim dönebilmek için putlara bir deve adarlardı. Bu deveyi salıverirler ve herhangi birinin onu yemesini haram kabul ederlerdi. Buna sâibe adı verilirdi. Kendi belirledikleri bu dine göre sâibe olan bir deveyi sağmak, kırkmak yasaktı. Sütünü sadece yolcular ve devenin yavruları içebilirdi. (Buhârî, "Menâḳıb", 9). Oysa Allah devenin erilini de dişisini de putlara adanması için yaratmamıştır (Enam 6/144). Müşriklerin sâibe dışında da putlara adadığı develer vardı. Bahîre, vasîle, hâmî adıyla develeri putlara adayarak bir süs hayvanı gibi serbest bırakırlardı. Oysa Allah böyle bir şey emretmemişti (Mâide 5/103). Putları kendileri icat etmiş, onlara yapılacak ibadeti de kendileri belirlemişti.
Kur'an'da Hz. Salih'in kıssasında dişi deve (nâke) geçer. Bu kıssa, su içme hukukunun (hakku'ş-şirb) güzel bir örneği olarak yer alır. Hukukun paylaşımını değil, zorbalığın hukukunu esas alanların deveyi keserek toplumu yıkıma götürdükleri anlatılır (İsra 59 ve Hûd 64). Susuz deve hîm kelimesiyle (Vakıa 55), yüklü deve cemel kelimesiyle (Araf 40) yer bulur. Hacının Kâbe'ye giderken kesmek için yanına aldığı deveye bedene denir (Hac 22/36).
Şahin ile deve avlanmaz!
Hz. Peygamber, çevresindekilere İslam'ı anlatırken bazı simgeler kullanmıştır. Onların tanıdığı ve bildiği bitkilerden, hayvanlardan örnekler vermiştir. Bunlardan biri de devedir. Bugün bir ilahiyatçı olarak aynı yöntemi örnek almaya çalıştığımı ifade etmeliyim. Konferansta paylaştığımız resimsiz bir görsel, ekrana yansıttığımız bir yazıdan daha çok hafızaya nakşedilmektedir. Geçtiğimiz günlerde İslam'da İbadet konulu bir seminerde ekrana deve resmi yansıtmıştım. Galiba seminerin sonunda herkesin aklında kalan devenin görseli ve bununla ilişkili olan hadisin mesajı oldu. Deve, gündemi belirledi. Devenin hikâyesini Muaz b. Cebel'den (ö. 18/639) dinleyelim: