Ticareti başlatabilmek ya da büyütebilmek için kazancın bir parçasının bir kenara ayrılması gerekir. Bu ayrılan parça karşılığında ürün alınır. Daha sonra bu ürün ya tüketilir ya da üzerine kâr eklenmek suretiyle satılarak gelir büyütülür. Bu, insanlığın ilk dönemlerinden beri alışılagelen bir uygulama çeşididir. Ödenen bedel, bir karşılık içindir.
Parçadan bütüne
Bedel adını verdiğimiz sermaye parçası, Arapçada bda kökünden türemiştir. Kökün temelde "et parçası ya da vücut uzvunun bir parçası" demektir. Kökten türeyen kelimeler, hakiki ya da mecazi anlamlara gelebilecek şekilde kullanılabilir. Mesela kökten türeyen mubâdaa kelimesi, vücudun paylaşılmasını temeline dayandığı için nikâhı ve eşlerin birlikteliğini ifade eder. Elbette bu mecazi bir kullanımdır. Kök bu manasıyla, günlük hayatta ya da Aile Hukuku'na (Ahvâl-ı Şahsiyye) dair metinlerde yer alırken Kur'an'da kullanılmamıştır.
Kur'an'da bda kökünden türeyen kelimeleri, iki kategoride tasnif etmek mümkündür. Birinci gruptakiler sayma sayısını ve destenin bir bölümünü ifade eder. İkincisi ise ticaret yaparken ödenen bedel anlamında kullanılır. Kur'an'da bu kökten türeyen kelimelerin tümü, Hz. Yusuf'tan bahseden ayetlerde geçer. Sadece bir yerde Romalılardan bahsederken geçer.
Bütünden parçaya
Türkçede küsur şeklinde tercüme ettiğimiz el-Bid'u kelimesi, Kur'an'da onluk sistemde destenin bir bölümünü ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Bu da üçle dokuz arasındaki sayı kümesidir. Mesela Mekke döneminin sonlarında nazil olan ve Roma İmparatorluğu'nun Perslerle olan savaşını konu edindiği için Rum olarak adlandırılan otuzuncu sûrede, Rumların bid'i sinîn içinde Persleri yeneceği haber verilmiştir. Sayısal değer olarak üç ila dokuz yıla tekabül eden bir sayı aralığına işaret edilmiştir. Kur'an'ın bir mucizesi olan bu haber, beraberinde "o gün Müslümanların sevinç günü yaşayacağını" da müjdelemiştir. Kur'an'ın savaşın sonucuna dair verdiği haber doğru çıkmış ve ilk başta yenilen Roma, daha sonraki yıllarda gücünü toparlayarak Persleri yenmiştir.
Parçadan tarih bilincine
Roma-Pers Savaşı'nın Kur'an'ın konusu olması ve otuzuncu sûreye Roma adının verilmesi, Mekkelilerin dünya siyasetinden bihaber olmadığını göstermektedir. Ayrıca bu savaş, bir iç politika malzemesi de olmuştur. Zira putperest olan müşrikler, kendileri gibi putperest olan Perslerin savaşı kazanmasını istiyordu. Müşriklerin propaganda sistemine göre Perslerin kazanması, -haşa- Allah'ın putperestlere yardım ettiği anlamına geliyordu. Çünkü onlar, savaşta kazanan tarafın ilahi bir destekle ve onayla muzaffer olduğuna inanıyorlardı. Fikrin doğruluğu değil savaşın sonucu haklı olanı belirlerdi. Ancak Müslümanlar, Allah'ın insanlara kitab ve peygamber gönderdiğine inanan Romalıların kazanmasını istiyordu. Dış ilişkilerin, Mekke iç siyasetinin gündemini belirlediği o günlerde Romalılar yenilmişti. Müşrikler her yerde "ateşe tapan putperest İranlıların Kitab'a inanan Romalıları yendiği gibi biz de Kitaba ve Peygambere inanan Müslümanları yeneceğiz" diyarlardı.
Bedir Savaşı'nda (2/624) Müslümanlar, İslam'ın zaferine sevinirken Roma'nın Persleri yendiği haberini aldılar. Dolayısıyla "o gün Müslümanlar, Allah'ın verdiği zafere sevinecekler" (Rum 30/1-7) ayetini Roma'nın zaferi değil Bedir zaferi olarak anlamak gerekir.
İslam'ın ilk yıllarında Arabistan'da yaşayanlarla ilgili anlatılar, vahşet, cehalet ve zulüm betimlemelerine dayanır. Ancak bu örnekte görüldüğü gibi internetin -hatta- gazetelerin bile olmadığı bir dönemde Mekke, uluslararası siyaseti gündem eden bir siyasal anlayışa sahip bir kenttir. Öyle ki Miladi 624 yılında yaşanan Roma-Pers savaşı, Müslümanlarla müşrikler arasındaki propaganda savaşlarının malzemesidir. Günümüzde Gazzelilerin Küresel Siyonizm'e karşı verdiği savaşın bir Müslüman'ın gündeminin birinci sırasında yer alması kadar tabii ne olabilir 624 yılında yaşanan bir savaşı, bin dört yüz yıldan beri okuduğu mukaddes bir kitapta her gün gören ve ashabın müşriklere karşı verdiği propaganda savaşını bilen bir Müslüman'ın bu asırda İsrail'in İran'la, Lübnan'la, Yemen'le yaptığı bir savaş hakkında hiçbir malumatının olmaması ve daha kötüsü malumat sandığı şeylerin Siyonistlerin dezenformasyonları ve manipülasyonları olması ne kadar gariptir
Bedel ve parça
Kur'an, iftiraya uğrayan Hz. Yusuf'un zindanda üç ile dokuz yıl arasına delalet eden bir süre (bidi sinîn) kaldığını anlatmaktadır (Yusuf 12/42). Bunun nedeni, cezaevinde rüyasını yorumladığı arkadaşının zindandan çıktıktan sonra Hz. Yusuf'un masumiyetini krala anlatmasını istemesidir. Şeytan, Hz. Yusuf'a Allah'ı ya da özgür kalan arkadaşına efendisinin yanında Hz. Yusuf'u anmasını unutturmuş ve müfessirlere göre beş yıl ya da yedi yıl daha zindanda kalmıştır (Mukâtil b. Suleymân, Tefsir, II, 335, Taberî, Tefsir, XIII, 174-175). Bu olayı anlatan Hasan-ı Basri ağlayarak şöyle derdi: "Hz. Yusuf bir an "Efendinin yanına gidince beni hatırla" dediği için yıllarca zindanda kaldı. Biz ise başımıza en ufak bir şey geldiğinde hemen koşup insanlardan yardım istiyoruz." (Taberî, Tefsir, XIII, 173).
Hz. Yusuf'a bedel biçilebilir mi
Hz. Yusuf'u kuyudan çıkaranlar tüccarlardı. Onu bulunca ilk ticaretlerini yapmanın hazzını yaşadılar. Onu bedel yapıp pazarda satarlarsa ilk ticaretlerinin sermayesi olacaktı. Bu sermayeyi kazanmak için bir çaba da harcamadılar. Üstelik kendi paralarının bir parçası da değildi. Ama zimmetlerine geçirip hemen ona bidâa adını verdiler. Onun buluntu bir çocuk olduğunu gizlediler (Yusuf 12/19).
Hz. Yusuf'un kardeşlerine, "özgür bir çocuğun bir bedele dönüştürülmesi"ni hatırlatırcasına Yusuf'la ilgili ayetlerde sürekli geçer. İlk görüşmelerinde Hz. Yusuf, hizmetçisine "bunların bidâasını yani (benden gıda almak için getirdikleri bedeli) yüklerine koy!" talimatı verir (Yusuf 12/62). Kardeşleri memlekete dönüp eşyalarını açınca bidâalarının da geri verildiğini görürler (Yusuf 12/65). Babaları Yakub'a "Daha ne olsun! Bedel diye verdiğimiz (bidâatuna) bize iade edildi!" dediler (Yusuf 12/65). Bedel iade edilmişti. Yol yorgunluğu dışında satın aldıkları gıdalar için hiçbir bedel ödememişlerdi. Kârlı bir işti. Yeniden gidip aynı bedeli kullanarak gıda alabilirlerdi. Diğer sefer gittiklerinde "değersiz bir bedel (bidâa) getirdik" diyerek gıda almak istediler (Yusuf 12/88). Bu bedel hiç unutulmadı. Çünkü Yusuf'a bedel biçilemezdi.

5