X kuşağını ele geçiriyor

Yarım milyardan fazla insan yaşamını diyabetle sürdürüyor. Özellikle X kuşağında ultra-işlenmiş gıdalara bağımlılık oranları alarm verici düzeyde. Oysa diyabetle mücadele kurduğumuz sofradan başlıyor. Peki, bunun için neler yapmalıyız


Her yıl 14 Kasım Dünya Diyabet Günü, diyabetin yalnızca bir hastalık değil, yaşam boyu süren bir farkındalık ve sorumluluk meselesi olduğunu hatırlatır. Bu yıl Dünya Sağlık Örgütü'nün teması 'yaşam boyunca diyabet', önemli bir gerçeğe dikkati çekiyor. Diyabetle mücadele, bir tedavi protokolünün yanı sıra bir yaşam biçimi. Bugün dünya genelinde 500 milyondan fazla insan diyabetle yaşıyor. Ancak bu tablo sadece genetik mirasın değil, modern çağın hızlı temposunun, ultra işlenmiş gıdaların yükselişinin ve hareketsiz yaşam biçiminin bir yansıması. Yani diyabetin hikâyesi, aslında çağımızın hikâyesi, nasıl yaşadığımızın, nasıl beslendiğimizin ve kendimize ne kadar özen gösterdiğimizin âdeta bir aynası.

Uyarı niteliğinde çalışma

Hazır atıştırmalıklar, aromalı içecekler, uzun raf ömürlü gıdalar… Hepsi hayatımızı kolaylaştırıyor ama bedenimizi yavaşça yoruyor. Yeni araştırmalar, ultra işlenmiş gıdaların insülin direncini artırdığını, inflamasyonu tetiklediğini ve hormon dengesini bozduğunu ortaya koyuyor. Metabolik stres, bağırsak mikrobiyotasının bozulması ve kan şekeri dalgalanmaları da bu zincirin bir parçası. Yani diyabet riskinin temelinde yalnızca şekerli gıdalar değil, işlenme düzeyi yüksek beslenme alışkanlıkları yatıyor. Çünkü her fazla katkı maddesi, her düşük lifli ürün ve her rafine karbonhidrat, vücudun kendi dengesini kurma gücünü azaltıyor.

Yakın zamanda yapılan bir çalışma ise uyarı niteliğinde. Özellikle X kuşağında ultra-işlenmiş gıdalara yönelik bağımlılık oranlarının alarm verici düzeyde olduğu belirtiliyor. Araştırmaya göre; orta yaşlı yetişkinlerin, özellikle de kadınların, ultra işlenmiş gıdalara bağımlı olma olasılığının eski nesillere göre çok daha yüksek olduğu belirtilmiş. Kadınların yaklaşık yüzde 21'i, erkeklerin ise yüzde 10'u bu tür gıdalara bağımlılık kriterlerini karşılıyor; bu oran, yaşça büyük kuşaklarda kadınlarda yüzde 12, erkeklerde ise sadece yüzde 4 olarak saptanmış. Araştırmacılar, günümüz çocuklarının ve gençlerin gelecekte daha da yüksek bağımlılık oranlarıyla karşı karşıya kalabileceği konusunda uyarıyor.

Kilo vermek şart mı

Prediyabet, dünya genelinde milyonlarca insanı etkiliyor. Bu durumu kan şekeri seviyelerinin normalin üzerine çıkması, ancak henüz diyabet olarak sınıflandırılacak kadar yüksek olmaması olarak tanımlamak mümkün. Genellikle sessizce gelişir ve ilk başta hiçbir belirti göstermez. Vücut hücreleri insüline direnç kazandıkça, kan dolaşımından hücrelere daha az şeker geçer ve bu da kan şekeri seviyelerinin yükselmesine neden olur.

Nature Medicine'de yayımlanan çalışma, sağlıklı alışkanlıklarla kan şekerlerini normale döndüren prediyabetik bireylerin kilo vermeden bile Tip 2 diyabet riskini yüzde 71 oranında azaltabileceğini belirtiyor. Bin 100'den fazla kişinin değerlendirildiği çalışmada araştırmacılar, özellikle bel çevresinde daha az yağlanma olmak üzere, vücuttaki yağ dağılımının iyileştirilmesinin kilit rol oynadığının altını çiziyor. Aslında bu bulgular, yalnızca kilo vermeye odaklanmanın, diyabetin önlenmesinin gerçek itici güçlerini gözden kaçırabileceğini gösteriyor. Bel çevresi ve yağ oranını azaltmanın en önemli adımlarından biri beslenme ve egzersizi birbirinden ayrı düşünmemek. Bu nedenle hareketi hayatın doğal bir parçası hâline getirmek kıymetli. Her gün 30 dakikalık tempolu yürüyüş bile kan şekeri dengesini olumlu etkiler, hücrelerin insüline duyarlılığını artırır ve metabolizmayı aktive eder. Düzenli egzersizle birlikte liften zengin beslenme, sebze, meyve, tam tahıllar, filizlendirilmiş baklagiller ve zeytinyağı gibi sağlıklı yağlar içeren bir tabak, hem kan şekeri dengenize hem de vücut kompozisyonunuza katkıda bulunur. Yeterli protein alımına da özen göstermek gerektiğini hatırlatmak istiyorum.