Obezite buzdağının görünen kısmı

Okulların açılmasıyla evlerde yeniden başlayan koşuşturma, yalnızca dersler ve ödevlerden ibaret değil. Çocukların ne yediği, gün boyu nasıl beslendiği de en az akademik başarı kadar önemli. Tam da bu noktada UNICEF'in yayımladığı son araştırma, hepimize ciddi bir uyarı niteliğinde. Araştırma, dünya genelinde milyonlarca çocuğun sağlıksız beslenme alışkanlıklarıyla büyüdüğünü ortaya koyuyor. Rapora göre, dünyada obez çocuk sayısı ilk kez düşük kilolulardan daha fazla. 5-19 yaş arasındaki her 10 kişiden birinin yani yaklaşık 188 milyon çocuk ve gencin obeziteden etkilendiği düşünülüyor. Evet, doğru duydunuz. Açlık ve obezite paradoksundan hep bahsediyorum, bu paradoks küresel olarak ilk defa obeziteye doğru eğiliyor. 190'dan fazla ülkenin verilerinden yararlanılarak hazırlanan son veriler, obezite oranlarının yüzde 3'ten yüzde 9.4'e yükseldiğini vurguluyor. Okul çağındaki her 5 çocuk ve ergenden birinin aşırı kilolu olduğu da sonuçlar arasında. Araştırmacılara göre bu tablonun ardında, geleneksel beslenme alışkanlıklarının yerini giderek daha ucuz ama yüksek kalorili, ultra işlenmiş gıdaların aldığı bir yaşam tarzının yaygınlaşması yatıyor.

Obezite toplumsal bir krize dönüşüyor

Geçen hafta 61'inci Avrupa Diyabet Araştırmaları Derneği (EASD) yıllık kongresi için Viyana'daydım. Diyabet alanındaki en güncel bilimsel gelişmelerin paylaşıldığı bu büyük buluşmanın en önemli gündemlerinden biri de obeziteydi. Obezitenin bireysel sorunun ötesinde toplumsal bir kriz olduğu kongre boyunca altı çizilen en önemli konularındandı. Dünya Sağlık Örgütü de obeziteyi kronik bir hastalık olarak tanımlıyor. Kalp krizi, felç, tip 2 diyabet, bazı kanser türleri, uyku apnesi gibi 200'den fazla komplikasyona yol açabiliyor. Ülkemizde de nüfusun yüzde 36'sı obezite ile mücadele ediyor. Avrupa'da ilk sırada yer aldığımızı üzülerek tekrar hatırlatmak istiyorum. Ancak asıl önemli konu şu ki obeziteli bireylerin yalnızca yüzde 57'si bunun kronik bir hastalık olduğunun farkında. Kongreden önemli notları önümüzdeki hafta köşemde de paylaşmaya devam edeceğim.

Bütünsel yaklaşım

Çocukluk çağı obezitesine tekrar dönecek olursak burada aslında bütünsel bir yaklaşım ve çözüm süreci gerekiyor. Evden okula uzanan süreçte çocukların önüne ne koyarsak, onlar da gelecekte onu alışkanlık hâline getiriyor. Sağlıklı nesiller yetiştirmek, yalnızca sağlık bakanlıklarının veya eğitim kurumlarının değil, hepimizin sorumluluğu. Elbette bu bir yasaklama çağrısı değil. Çocukları yasaklarla büyütmek yerine, hem evde hem de okulda onlara daha cazip, renkli ve lezzetli alternatifler sunmak gerekiyor. UNICEF'in bu raporu aslında buzdağının görünen kısmı ama biz o buzdağının altında yıllar sonra oluşacak sağlık problemlerini şimdiden biliyoruz. İşte bu yüzden bugün atılacak küçük adımlar, örneğin okullarda sağlıklı menüler oluşturmak, ailelerin gıda okuryazarlığı konusunda bilinçli olması ve beslenme eğitimleri önemli uygulamaların başında geliyor.

Alzheimer arkasındaki şüpheli

Çocukluk çağı obezitesinden bahsettik, peki ya yıllar sonra karşımıza çıkan, dünyada her geçen gün daha fazla insanı etkileyen bir başka tehlike Evet, Alzheimerdan bahsediyorum. Dünya Alzheimer Farkındalık Ayı olan her eylülde, bu konuda farkındalık ve bilinç yaratılması hedefleniyor. Son yıllarda bilimsel araştırmalar, obezitenin yalnızca kalp ve metabolizma sağlığını değil, aynı zamanda beyin fonksiyonlarını da olumsuz etkilediğini gösteriyor. Özellikle bel çevresinde biriken yağ dokusu, insülin direnci ve kronik inflamasyon yoluyla beyinde hasara neden olabiliyor. Bu süreç, ileri yaşlarda Alzheimer ve diğer demans türleri için zemin hazırlıyor. Yani obezite, sadece çocuklukta öğrenme güçlükleriyle değil, uzun vadede bilişsel yıkımla da ilişkilendiriliyor. Dolayısıyla çocuklara erken yaşta sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırmak, gelecekte yalnızca kalp ve damar sağlığı değil, beyin sağlığını da korumak için kritik öneme sahip.