Deli İbram Divanı

Hiçbir akış, kurulu düzen kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Oysa hâkim ideolojilerin işlevi, halkın çoğunluğunun aleyhine işleyen akışları olağanlaştırmak ve tarihsiz kılmakla, devran hep böyleymiş gibi göstermekle sınanıyor. Ama öyle değil, olgular tarihsiz değil. Örneğin kapitalizm; bu sistemi leylekler getirmedi ya! Tarlasını, toprağını ekip biçen, kendi yağıyla kavrulan insanlar üretim araçlarından kopup başkasının ücretli çalışanı haline durduk yerde gelmedi ya!Marx, Kapital'de bu süreci anlatırken "ilkel birikim" kavramından söz ediyor. Sermayenin ilk birikim sürecinde kanla, ateşle yazılan tarihe gönderme yapıyor kavram. Zira insanları üretimden, topraktan, geçimlik araçlarından koparıp bağımlı kılma ve kaynaklara el koyma süreci, mutlaka bir zorlama, mülksüzleştirme ve işçileştirme aşamasını da barındırıyor. Bunu yapanlarsa, arkalarına aldıkları zor gücünün yolsuz yardımıyla ilk serveti biriktiriyorlar; sonra yeni yollar, kanallar geliştirip büyüdükçe büyüyorlar.Öykülerini hep sevdiğim değerli yazarımız Ahmet Büke'nin Deli İbram Divanı adını taşıyan romanını tam da bu akışın ekonomi politik açıdan nasıl oluştuğunu bir "ada" mikro evreni üzerinden gösteren nefis bir örnek olarak okumayı öneriyorum. Önce Zina Mehmet'in "sebepsiz zenginleşmesi" ya da bugünkü moda deyimle, bir yerlere "çökerek", bundan elde ettiği ilk sermayeyle yerel iktidar blokunu besleyerek, böylece destekçilerini de oluşturarak düzen kurması anlatılıyor. Nitekim ilgili bölümün alt başlığı da "Köstence'nin Düzeni." Ardından ise Zina Mehmet'in torunu Eczacı Süleyman'ın adadaki kapitalist akışı; insanı, doğayı ve diğer canlıları, taşı sıkıp suyunu çıkararak sömürecek bir düzeni kanla, gözyaşıyla, ateşle derinleştirmesiyle inşa ediliyor hikâyenin temel gerilim ekseni. Aslında bütün hikâye, yan kollarıyla birlikte, bu "kan ve ateşle" yazılan ilkel birikim süreciyle bağlantılı ilerliyor. Bu açıdan romanı sadece bir ada ya da denizdenizcilik romanı olarak görmek (ki bu açıdan da, edebi dilanlatım ustalığı bakımından da çok kıymetli bu roman); içinde işleyen ekonomik ve politik damarı gömülü bırakmak başlı başına bir haksızlık olur.Sonrası Bu aşamada Eczacı Süleyman'ın daha da büyüyüp tekelleşme arzusuna itirazlar zor gücüyle bertaraf edilirken, diğer yandan da halkı kazanmak için en geleneksel ideolojik aygıtlar seferber ediliyor. Zorlama ile donatılmış ikna süreci anlamında "hegemonya" kavramının güç ilişkilerindeki işlevi, yine Gramsci'nin çizdiği ekseni somutlayacak şekilde karşımıza çıkıyor. Burada da kalmıyor. Eczacı Süleyman, dedesi Zina Mehmet'in şu önerisini aklında tutarak yola çıkıyor: "Evladım sakın siyasete girme, sen siyaset ol!" Bu cümle de bize yine Gramsci'nin berraklaştırdığı hegemonya kavramını birkaç sözcükle, nefis biçimde özetliyor. "Siyaset ol"; yani, her devirde gemini yürüt; oyunu sen kur, akışı sen belirle, güç ilişkileri senin etrafında şekillensin. Bu geniş tanımlı yaklaşım, asıl iktidar olgusunu, siyasetin sınıfsal arka planını ve elbette Gramscici bir "tarihsel blok" kavramını da aynı potada, başarıyla eritiyor.KARŞI HEGEMONYAİktidar ilişkilerinin nasıl kurulduğunda ve sürdürüldüğünde izlerini gördüğümüz Gramscici temalar, karşı hegemonyadireniş ekseninde de beliriyor. Deli İbram bu açıdan Gramscici bir stratejist gibi. Sanırım bu nedenle de çok sevdim kendisini. Gramsci'nin askeri kavramları siyasal alana uyarlamasının ürünü olan "cephe savaşı" ve "mevzi savaşı" zıtlığı, Deli İbram'ın akışa meydan okumak isteyen