MANHATTAN'dasınız. Beşinci Cadde'ye yakınsınız.
Sabahın körü ama şehir zaten ayakta. Taksi kornaları, Starbucks kuyrukları, adım başı bir kahve kokusu
Ve siz, tam bu kaosun ortasında, bir Nar'ın gölgesine giriyorsunuz.
Bildiğiniz nar değil.
Modern Türk mutfağının göğsünü gere gere Manhattan'a taşıdığı bir restoranın adı, Nar Restaurant.
İki yıldır orada. Yani öyle patırtılı influencer açılışlarıyla değil, "Bu şehirde iş yapacaksan önce hakkını vereceksin" diyerek devam ediyor.
Peki kim bu işin arkasında
Üçlü bir ekip.
Ve her biri ayrı bir hikâye.
İlk isim Zeynep Solak.
Ben Zeynep'i yıllardır tanırım. İzmir'de EXPO hazırlıklarından kalkınma projelerine kadar ne zaman bir "akıllı iş" olsa, orada bir yerlerde Zeynep olurdu.
En son Ege Gastronomi Projesi'ndeki bilgisi ve bölgesel üreticilerle kurduğu bağlantılar sayesinde Nar'ın mutfağına özgün bir kimlik kazandırdı. İzmir Ticaret Borsası Başkanı Işınsu Kestelli'nin liderliğinde yürüyen projede önemli katkıları oldu.
Haberin DevamıZeynep; kurumsal hayattan çıkıp girişimci olmuş.
Ortakları Andy E. Arkun; New York'un restoran ekosisteminde deneyimli bir isim.
Ve Erhan Bahçeci; Food Cellar Market ve Amish Market zincirlerinin sahibi.
Yani biri ruhu getiriyor, biri bilgiyi, diğeri altyapıyı...
Bu üçlünün her biri elini taşın altına koymuş.
Menüyü kim oluşturuyor
Fahri Ateşoğlu.
Şu anda Türkiye'nin tek iki Michelin yıldızlı restoranı olan Turk by Fatih Tutak'ta sous chef.
Daha önce Mikla, Nicole, Araka gibi yerlerden geçmiş.
Yani ne yaptığını bilen, tabağı sadece doldurmakla kalmayıp hikâye anlatan bir şef.
Nar'ın menüsünü oluştururken sadece "leziz olsun" dememiş, "hikâyesi olsun" demiş.
Ve o hikâye Anadolu'dan geliyor.
Ayvalık'tan zeytinyağı, Çeşme'den şarap, Torbalı'dan kuru domates; yani Ege kokuyor bu mutfak.
Dekorasyon; o da başlı başına bir mesele.
Turkuaz tonlar, beyaz ahşap detaylar
Ege Denizi bir şekilde mekâna girmiş gibi.
Haberin DevamıDuvarlarda Lia Ali'nin Mevlana temalı eserleri...
Ve Rumi'den o meşhur söz: "Piştim, yandım, oldum."
Bunu sadece yemekle ilgili sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Bu söz, biraz da göçmen hayatının, yurtdışında kültür taşımanın özeti.
Çünkü kolay değil Manhattan'da Türk restoranı açmak.
Pişmeden, yanmadan olmuyorsunuz.
12 ay açık bir Türkiye
tanıtım ofisi gibi
DÜŞÜNSENİZE;Ayvalık zeytinyağını bir Amerikalı tadarak öğreniyor. İzmir'in, Ege'nin şarabı, bir New York'lunun damağında yer buluyor. Bu restoran aslında, 12 ay açık bir Türkiye tanıtım ofisi gibi çalışıyor.
Üstelik bu iş bir kişinin vizyonuyla da sınırlı değil.
Nar'ın temellerinde Ege Gastronomi Projesi var.
Haberin Devamıİzmir Ticaret Borsası Başkanı Işınsu Kestelli'nin liderliğinde başlayan bu proje, şimdi kendi girişimcisini üretmiş.
Bu ne demek biliyor musunuz
Sadece fikir üretmemişsiniz, insan da üretmişsiniz.
Sürdürülebilir kalkınma dedikleri şeyin tam karşılığı.
Benim kişisel temennim şu:
Bu tür restoranlar çoğalsın.
Genç Türk şefler, kendi malzemesiyle dünya sahnesine çıksın.
Yani sadece, "Bizim çocuk Paris'te okuyor" değil, "Bizim şef New York'ta menü hazırlıyor" diyelim.
Türk mutfağı dönerden ibaret değil.
Ama anlatmazsak, kimse bilmez.
Nar, işte bu anlatının en güzel hali.
Manhattan'ın ortasında, Ege'nin kalbi gibi atıyor.
Şimdi yeni bir
manifesto zamanı
DÜNYA yeni bir gastronomi manifestosu arıyor. O ses Ege'den gelebilir mi
Pandemi bize ne öğretti
Haberin DevamıEllerimizi yıkamayı; kalabalıktan kaçmayı, evde ekmek yapmayı...
Ama bence daha önemlisini öğretti.
Ne yersek oyuz.
Yani sağlıklı yaşam artık "fit vücut" değil, "doğru tabak" demek.
Dört yıl önce, bir sabah uyandık ve market raflarında un kalmamıştı.